İslâm, son hâli Efendimizin insanlığa sunduğudur. Medeniyetimiz kendi içinde aynı öz ve ruhtan beslenerek giderek zenginleşmiştir. İnsanın, yani Müslüman’ın düşünme alanı genişlemiştir. Düşünme temeldir. İnsan ufkunun açılımı, düşünme yetisinin gelişimi, kâinatı ve kendisini anlama ve kavrama bilincinin oluşumunu sağlamadır.
Hakikat medeniyeti ile karşıtları -ki bu insanlığın başlangıcından beri vardır-, doğal bir çatışma içindedirler. Bu, bir anlamda hakiki olan ile olmayanın bir çatışmasıdır.
Müslümanlar devlet ve var olma güçlerini yitirince, Batı düşüncesinin, özellikle de kapitalist dünyanın güdümüne girmişlerdir. Kapitalist düşünce özde Hıristiyan düşüncesini oluşturuyorsa da artık materyalist bir yapıdadır. Bu yapı, insanlığın gerek metafizik ve gerekse fizik alanlarını hem istismar etmektedir hem de kendine özgü bir yapıyı korumaktadır. Günümüz Müslümanlarının asıl sınavı da buradadır ve burada önemli bir sorun olarak durmaktadır. Müslümanların görünümde ve kimi yaşama alanlarında Müslüman gibi iseler de hakikatte İslâm dışı bir hayatın tercihindedirler. Müslümanların ticaret yapma hakları var ve bu konuda serbesttirler. Ticaret ile birlikte üretim yapma, hayatı anlamlandırma ve bereketlendirme çabasıdır bu. Ancak günümüzde Müslümanların ticaret helâldir diye kapitalist sistemin, düşünüşün ve inancının içinde Müslümanlıklarını korumaları ve var olmaları düşünülemez.
Peygamberin insanlığa sunduğu İslâm ile şimdiki İslâm yani Müslümanlar arasından dağlar kadar fark vardır. Sekülerleşme, dünyevileşme bugünün bir sorunu. İslâm ve Müslümanların sorunu değildir. Sermaye biriktirme ve onun üzerinde saltanat oluşturma da böyledir. Hazreti Ömer, bir görevli vergi ya da zekât toplamaya gittiğinden kendisine hediyeler sunulmasına şiddetle tepki gösteriyor. Vergi memuru olmadan önce gitse bu hediyeler kendisine sunulur muydu, sunulmaz mıydı? Basit gibi görünen bir durum çok şeyi anlatmaya yeterli. Günümüz Müslümanlarının kapitalist sistemin çarkında kendileri için meşru gördüklerinin hiçbiri helâl değildir.
Muhafazakâr Müslümanlar muhafazakârlıklarını hangi anlamda gerçekleştiriyorlar. Faizi sonuna kadar içselleştiren Müslümanlar neyi nasıl muhafaza ediyorlar? Varlıklarını artırma adına neden ödün veriyorlar ya da neleri hayatlarının merkezine alıyorlar. İnsanları ruhuna kadar emeklerini sömürenler, haklarına sahip çıkmayanlar neyi amaçlıyorlar? İslâm’ın yasakladıklarını kendileri için veya çıkarları için uygun görenler hangi İslâm’ı temsil ediyorlar? Günümüz politikacılarının mesleki başarılarının olmadığı, siyasayı bir meslek gibi görenlerin hak ve adalet konusunda kimi ve neyi temsil ediyorlar? İslâm’ı mı, çıkarcı görünümlü Müslümanlıklarını mı?
İslâm, selam ve barış dinidir. Nefret ve öfke dini değildir. En öfkeli bilinen Hazreti Ömer Müslüman olduktan sonra mizacı gereği sert yapılı olmasına karşın, yeri ve zamanı gelince munis ve merhametli oluyor. Servetini gözden çıkaran ve İslâm’ın aslına teslim olan bir Ömer mi olmak gerekir, onun karşıtı olan bir başkası mı?
İnsanların tercihleri insanlar üzerindedir. Adil, merhametli, paylaşımcı, sevgi dolu bir Müslüman insan tercih konusudur. Kapitalizmin çarkına kapılan, lüks ve şatafat ve tantana içinde kendileri dışında kimseyi görmeyen ya da görmek istediklerini görmekle yetinen bir Müslüman değil İslâm’ın hakiki Müslüman’ını tercih eder.
İslâm’ı yaşayan bir insan hakiki Müslüman dünya tamahının çarkına kapılamaz ve asla kendinden ödün vermez. Onun gücü sadeliğidir, samimi oluşudur. Şu son deprem nice saltanatları, dünyalıkları, şatafatları, görkemleri, itibarları yerle bir etti. Hayat başa döndü ve yeniden ve sıfırdan başlanıyor. Zalimlerin varlıkları ve saltanatları, görünümleri Müslüman olsa da İslâm’ı temsil etmez. Rekabetimiz varlıklarla değil insanla ve maneviliklerle olur. Yeryüzü mazlum ve sade insanların omuzlarında var olur, çünkü bunun bir ötesi var.