Yazımın başlığını “Yalnızlığın Güzelliği” olarak koyacak ve bunun üzerine düşünecektim. Her yazının da bir kaderi ve bir oluşu var. Düşünme gerekliliği insanı hem sorumlu kılıyor hem de zorlukları var. Oruç ayında Sahih-i Buhari’yi bölüm bölüm okurken, o bölümlerdeki bir vurgu çok şeye işaret ediyor. Yeni bir ışık doğuyor, yolumuzda yeni bir ufuk açılıyor.
İnsan insan ile var olunca güzeldir. Düşünen, anlayan, dayanışan, birlikte olabilmeyi bilenlerle.
Hayat hep aynı ritim üzere gitmiyor, iniş ve çıkışları var. Kimi zaman hızlanıyor, kimi zaman durağanlaşıyor. Kimi zaman, durgun kimi zaman da çalkantılı.
Dünyanın değişen yüzü insanlar iledir. İnsanlar dünyayı gözeleştirdikleri gibi çirkinleştiriyorlar da. Çirkinlikler ve kabalıklar insan ruhuna sinmesin, sinince arınması güçleşiyor.
Sevgili Efendimiz Hira Dağı’na, yalnızlığına çekildiğinde kendi başınadır. Orada sessiz ve derin bir varlık, sessiz ve derin bir varlık içinde. Bilinçle dolu. Adeta kaderini bekler gibi. Zamanını bekleyen bir ışık gibi. O’nun yalnızlığındaki güzelliği kimse anlayamazdı. Kalabalıklar kendi dünyalarında, hay huyunda.
O, kendi kaderinin ince çizgisinde var iken inen ilk ışık “Oku!” oldu. Oysa o, okuma bilmiyordu, oysa O kalbin ve gönlün okulundaydı. Derin sessizliğindeki iç olgunluğu yaşıyordu.
Bir insanı derinden sarsan, kendine getiren ve bir yola koyan o ilk ışık insanın içinde düşünce sanki ilk yolculuk başlıyormuş gibi olur. Ve melek O’nu kavradığı gibi sıktı, “Oku!” diye buyurdu. Sevgili’ye bu buyrukta bulunulur muydu, bulundu. Üç kez yineledi ve üçüncüsünde dili ve kalbi asıl yolunu buldu ve okudu. Başlangıç o başlangıç, okuyuş o okuyuş.
Eve vardığında ürkmüş, yalnızlığın ürpertisinden sarsılmış, iç dünyasındaki ufuk onu daha derinden sarsmış. Üşüme mi, ürperti mi, işte o güzel yalnızlığında?
Bir insanın yalnızlığını ve hakikiliğini bilen en yakınındakiler olur. Ancak bunu anlayabilen ve kavrayabilenler bilir. Kendi sarsıntısında iken Sevgili Eşi’nin söyledikleri, inancı ve güveninden geliyor. Sevgili Efendimiz, “Kendimden korktum” dediğinde Hatice (R. Anha), “Öyle deme; Allah’a yemin ederim ki Allah hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin, fakire verir, kimsenin kazandırmayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın, hak yolunda zuhur eden hadiselerde (halka) yardım edersin” dedi. (Sahihi Buharı, 1. Cilt, Ötüken Yayınları, s. 147.)
Vahyin geldiği ilk günler ve anlar. İlk uyanış ve ilk teslim oluş ve bağlanış. Bir insana bağışlananlar kendiliğinden olmuyor ve gelmiyor.
İnsana güven veren kendisi asıldır bir de yanındakiler. İnsanı anlayabilenler ve inanabilenlerle. Bunlar rastlantı değildir insanın kendisinin oluşturduğudur.
Bugünün insan kalabalığı düşünme fırsatı veriyor mu, her insan tekinin bir mağarası, bir sığınağı ve yalnızlık fırsat ve anı var mıdır?
Kalabalıklar insanı gürültülüdür, insanın düşünmesine fırsat vermez. Baş döndürücüdür. İnsan kendisiyle baş başa kalsa belki yeniden bir çıkış yolu bulabilir.
İnsan artık kendi yaptığı putlarının esiri. Artık putları kendilerini yönlendiriyor. İnsanın hakiki bir yol bulmasını kendisi güçleştiriyor. Nesnelerinden kulaklarına doluşan ve onları tutsak eden yabancılıklar var. Putlarıyla hakikat bilincine varması düşünülemez, beklenmemelidir.
İnsan insanla güzeldir, putlarıyla değil. Akıl, nesne, slogan her ne var ise bunlar da kendisine tuzaktır.
İnsan gönül dilini yitirince ufku daralır. Kendisiyle baş başa kalmadığından başkalarının düşünceleri ve edimleriyle olur. O zaman da kendisi olmaktan çıkar ve kuyusunda boğulur.
Aşk dilinin kendisini bulması için yalnızlığın güzelliği değerlidir, sevgiliye o zaman varılır.