Maneviliğin insan hayatındaki özel yeri insanı güçlendirir, farklılaştırır. Manevîlik Hakikat’e odaklı olanı. Peygamberlerin sorumlulukları ve bağışlanmış olan ile ortaya koyduğu hakikatten söz ediyoruz.

Müslümanların hayatı özeldir. Belli bir disiplinleri vardır ve bu doğal bir durumdur. Belli ilkeleri katı dayatmalarla değil insanın hayatındaki olması gereken doğal bir akış iledir.

Bir Müslüman’ın hayatı kavrayışı ve anlayışı kendini bilmeye ve bulmaya başladığından itibaren başlar. O bir mayadır. Bu maya zamanla insanı belli bir olgunluğa ve kişiliğe eriştirir.

Bir Müslüman çocuk gündelik hayatında belli bir yaşayış tarzı içinde kendini bulur. İyilikler ve güzellikler hayatın merkezine oturur. Basit gibi görünen kimi durumlar hayatın rengini oluşturuyor.

Bu hayat hep hayırlar üzerine kuruludur. Ne yaparsa hayırlıdır, ne değildir kendiliğinden şekillenir. En çok da sakınmak istediği haram lokmadır. Geçmişten gelen kimi örnekler belirleyici olur. Köylü bir çocuk bir elma ağacının altından geçerken dalından düşen bir elmayı alıp almaması bile orada kendini belli eder. Isırdığından ondan boğazından geçen suyun bile geçmemesine özenir. Aslında bu basit gibi görünen durum hayatın bütünü için geçerli. Elmadan boğaza geçecek bir damlanın hesabı yapılırken hayat bunun üzerine bir bakıma şekillenir.

Müslümanlığın özü bu küçük gibi görünen ayrıntılarla şekillenmeyi sağlar. Evet bugüne gelirsek yitmiş olan duyarlıklara baktığımızda nerelere doğru evrildiğimiz görülebilir.

Müslüman olma bilincinin kapitalist sistem ve yapı içinden özünden ne denli uzaklaştığı ve artık kendisi olmaktan çıktığını göstermesi önemli. Bugünün Müslüman’ı böyle bir tartıya girerse kendini nerede bulur acaba, sorusu akla geliyor.

Kapitalist ve çıkarcı bir hayat içinde ne kadar Müslüman olarak kalınabiliyor, ne kadar hayırlar ve iyilikler tartısına kendini konumlandırıyor? Sabah evinden çıktığından ilk adımını nasıl yapacağının hesabını yapan bir insan bugün hangi adımına özen gösteriyor, hangi eylemini hayırlar ve hayırlı olanlar üzerine kurguluyor. Aslında kurgulama diye bir şey yoktur, hayatın doğal akışıdır bu.

Müslümanlığın tartısı doğasındadır. Kimi zaman sosyal medyaya bile yansıyor. Eskilerden kalma bir bakkal amca bir kese kâğıdının bile darasını hesaba katarken, bugünün Müslüman görünümlülerinin davranışları arasında uçurumlar var hatta bir arada bile düşünülmeyecek kadar. Kese kâğıdının darasını hesaba katanların sayısı mumla aranacak kadar azaldı. Azaldığından artık İslâm’ı temsil noktasındaki kişilerin sayısı da az.

İnsanlığın sahih ve hakiki olan Müslümanlara ihtiyacı var. Bunu günümüz Müslümanları açısından söyleyemiyoruz ne yazık ki. Böyle olunca da Müslümanlar hakiki öncülerini bulmada zorlanıyor. Bir İmam Ebu Hanife nereden nasıl ortaya çıktı, nasıl bir öncü oldu?

Kapitalist sistemin Müslümanları ancak bırakın elmanın suyunu, terazideki kese kâğıdı tartısını, hayrı ve hayırlı olanı düşünmeden savrulup gidiyor. Ondan sonra da Müslüman’ım gibi bir iddiada bulunuyor. Elbette kişinin ben Müslüman’ım demesi önemlidir, şu zamanda. Ancak kendisini sakındırmadıktan sonra istediği kadar söylesin, sadece kendisini tatmin eder.

Pragmatist Müslüman ise hayırlı ve has olan Müslüman’ı birbirinden ayırmak gerekir.

Günümüz savrulmuşluğunda insanların bırakın kendisini tartıya alması, dikkat etmesi ve hatta düşünmesi bile söz konusu olamıyor.

O zaman hangi Müslüman ve hangi Müslümanlık sorusu temeldir bizim için. Müslümanlığı bir iddia olmak öte yaşanırlığını ve gerçekliğini biliyor ve düşünüyor olmanın bir başlangıcı olması bakımından değerlidir.

Müslümanlar bir bütün olarak bu çarktan nasıl kurtulurlar, nasıl yeniden bir başlangıç yaparlar, üzerinde düşünülmesi gerekir. Para ve sermaye ile yarış hiçbir yere götürmez.