İnsanın en önemli özelliği akıl sahibi ve düşünüyor olması. Düşünüyor ve fehmediyor, anlıyor ve anlatıyor. Bilme çabasında oluyor, bildiklerini hayatına uyguluyor. Düşünen toplumlarda öncüler olur. Onlar bir toplum adına hayatlarını ortaya koyuyorlar. Edindiklerini önce kendi hayatlarına sonra da topluma yansıtıyorlar.

Düşünen toplumlar sağlıklı bir düzlemdedirler. Birbiriyle tartışır, konuşur, anlaşır ya da anlaşmaz ama ortaya atılan fikirler bir biçimde gündeme gelir. Görünürde kavga ve gerilimler var görünüyorsa da bir etkileşim oluşur. Bundan da her kesim insan kendisine bir takım çıkarım elde eder. Yeter ki tapınma duygusu olmasın. O zaman önemli olan sağlıklı bir ortamın oluşmasına yol açar.

Fikir tartışmalarının olduğu yerlerde fikir rekabeti olur. Birbiriyle yarışılır. Daha iyi ve güzel olanı ya da hayırlı olan için mücadele edilir. Hak ve adalet ekseninde olanlar için bu temel ilkedir. Fakat bir de şu vardır ki yabancı düşünüş sahipleri bile olsa fikir ve düşünce rekabetinde hak olan ile olmayanın tartışmaları da olur. Hakikati ifade eden ve yaşayanlar her zaman için başarılı olurlar. Çünkü onlar insanın, kişilerin değil hakikatin sözcüleri olurlar.

İslâm medeniyet dairesinde genel anlamda düşünürler ile yönetenler arasında da çekişmeler olmuştur. Düşünürlerin dışlanmak istendiği olmuştur, hapislere atılmış ya da gözden uzaklaşmak için beldeler terk edilmiştir. Onlar, o düşünürler, fikir insanları ve çilekeşleri gittikleri yerlerde ışıtmaya başlarlar. Gül gibi göğerirler, kokuları, renkleri ve oluşturdukları şenliklerle bir dünya oluştururlar. Güllerin olduğu yerlerde bülbüller olur.

Hakikatin olmadığı yerlerde zulümler olur, kuşatmalar ve yıkımlar olur. Gönül ve düşünce sahibi kimseler orada hayata kaldıkları yerden devam ederler. Yeni bir çıkış yaparlar. Yeniden bir diriliş gerçekleştirirler.

Düşüncenin saltanatı insanı erdeme götürür, sahih olmaya ve sadık olmaya götürür. Hakikate ve inanca yani Allah’a bağlılığa daim kılar.

Düşüncenin, hakikatin kimilerini tedirgin edeceği bilinir. Çünkü onlar kaos ve kargaşayı, kavgayı benimserler. İnsanların düşünmesine hakikati bulmalarına fırsat vermek istemezler. Sakin ve sağlıklı ortamlar onlara göre değildir.

İdeolojiler düşünmeye fırsat vermezler. Onlar, kaotik ve kargaşada düşüncelerini insanlara empoze ederler. Hakikate ermemeleri için fırsat vermemeye çalışırlar. İdeolojilerin tek amacı kargaşa çıkarmadır. İnsanları bunaltmak ve bir yere kapılmaya zorlamadır.

İslâm hakikati insana kul olma düşünüşü değildir. Hak olan ve hakikat olan bir inanış var. Allah’a inanma hakiki özgürlüktür. İnsanın kendini bulmasıdır. İnsana köle olmama, güdülmeme inanışıdır. İnsanların çıkarları için oluşturduğu, kendisinin yarattığı putlara zorunlu tapındırmama hareket ve inanışıdır.

Çünkü Allah insana akıl ve yürek vermiştir, hem akıl hem kalp aklını vermiştir. Bir yanıyla kendini bilme bir yanı da hissedişinin sağlanmasıdır. Hakikat inanışında kölelik ruhu değil özgürlük ruhu yeşerir.

Kaos ve karmaşa ortamı sıradanlıkları gündemde tutar. Hakikati değil, karmaşayla çıkara dönük olan edim ve eylemleri gündeme tutar, insanları onunla oyalar.

Düşünme üretimdir, eylemdir, düşünme aşk hali ile asıl ve hakiki olana bağlanmadır.

İnsan düşünüşünün ortaya koyduğu her şey olumlu ya da olumsuz olması da bir kazanımdır. Batı düşüncesi içinde hayırlı ve iyi olan ne varsa alınır. İnsanlığın ortak düşünüşü olabilecek ve hayırla dönüşebilecek ne varsa onu alır hakikat düşünüşü içinde eritir, kendine ait kılar.

Duru ve sakin zamanlar insana düşünmeyi ve akletmeyi sağlar.

İnsanlar sıradanlıklar üzerinde kaos ve kargaşaya itilirlerken asıl olandan uzaklaştırmaya bakarlar. Dikkatler basit ve sıradanlıklara yoğunlaştırılırken aslolan ve hakiki olan gözlerden ırak tutulmaya bakılır. İnsanın düşünme gücü, yetisi elinden alınınca boşluğa itilmiş olur.