Malum 20 Temmuz bugün. Kıbrıs Barış Harekatının yıl dönümü. Birkaç not ekleyelim. Zira geçmişte yaşananlardan ibret almayı becerebilirsek bugün olanları anlamak kolaylaşır.

İlk başlatılan harekatta hiçbir uluslararası hukukun çiğnenmediğini biliyor musunuz? (Başbakan Vekili Necmettin Erbakan tarafından başlatılan…) Yani adanın tamamını alsak uluslararası toplum buna itiraz etmeyebilirdi. Ağustos’ta tekrar başlayan harekatla birlikte ambargolar başladı. Bu durumu lehimize çevirmeyi başarmış, sanayileşmemizi hızlandırmışız. Her şerde bir hayır var muhakkak…

Rahmetli Oğuzhan Asiltürk’ün anlattığı bir anekdot geldi aklıma. Öğder senaryo yarışması ödül töreninde anlatmıştı. İngiltere’den erken dönmüş. Harekat hazırlıklarını görünce Erbakan’ı vaz geçirmeye çalışmış. İngiltere razı değilmiş çünkü. Harekat başlasa bile Başbakan Ecevit geldiğinde durdurması muhtemel. Siyasi olarakta sıkıntılar doğurabilecek bir durum. Erbakan ders niteliğinde şu cümleyi kurar; “Şu an mühür bizde mi? Vekaleten bu harekatı başlatma yetkisi bizde mi? Öyleyse sonrasında olacakların telaşına düşüp bu yetkiyi kullanmazlık edemeyiz. Biz başlatırız. Kim durdurursa durdursun…”

Vekaleten mührü taşıyan adamın yaptıkları böyle. Asaleten mührü taşıyanların yapmadıkları ile ilgilenme sebebim bu yüzden. Geç gelen adalet zulümdür diye bir söz hatırlıyorum. Yaptıklarımız kadar yapmadıklarımızdan, söylediklerimiz kadar sustuklarımızdan, oturduklarımız kadar ayağa kalkmayışlarımızdan da sorumlu olduğumuzu unutmamalıyız.

Harekat sonrası bir heyet kurulmuş ve Japonya’ya kadar bir heyet giderek nedenlerini anlatmış. Diplomasi yapmış. Tanıtmaya çalışmış yavru vatanı. Mührü vurup üzerine yatmamışlar yani. Filmi olsa daha geniş kitleler neler olduğunu bilir belki anlarlardı. Bir tane Yeşilçam filmi ve TRT’nin gargaraya getirdiği bir diziden başka elimizde üretilmiş bir drama ben hatırlamıyorum. Kıbrıslı mücahitlerin (Türk Mukavemet Teşkilatı)hikayesi çok özel oysaki… Yeminleri vardı onların, hatırlayalım…

“Kıbrıs Türkünün yaşayış ve hürriyetine, canına, malına ve her türlü anane ve mukaddesatına, her nereden ve kimden olursa olsun vaki olacak tecavüzlere karşı koymak için kendimi Türk Milletine adadım. Ölüm dahi olsa verilen her vazifeyi yapacağım. Bildiğim, gördüğüm, işittiğim ve bana emanet edilen her şeyi, canımdan aziz bilip, sonuna kadar muhafaza edeceğim. Gördüklerimi, işittiklerimi, hissettiklerimi ve bana emanet edilenleri, hiç kimseye ifşa etmeyeceğim. İfşaatın bir ihanet sayılacağını ve cezasının ölüm olacağını biliyorum.

Yukarıda sıralanan hususları harfiyen tatbik edeceğime, şerefim, namusum ve bütün mukaddesatım üzerine söz verir ant içerim.”

Bize de lazım bu günlerde. Ekonomik, teknolojik özgürlüğümüz için bir seferberlik ilan etmeliyiz belki. Kıbrıstaki mücahitler yolumuzu beklerken Girne’den nasıl çıktıysak kıyıya; Gazze de de beliriversek ne güzel olur. Mührün mürekkebi kalmadıysa ayarlarız.

Tüm dünyada teknolojik olarak aksamalarda bahsediliyor. Ürkütücü değil mi? Kendimizi bir şirketin eline terk etmemizin acısını yaşayacağız gibi görünüyor. Kendi kendimize yetecek sistemler geliştirmek için bir sebep bu. Bir jeneratörümüz olmazsa karanlık bizi boğacak. Yahut elitler bizi karanlıkla korkutacak. Bu daha kötü…

Konuşuruz daha ama yoruldum. Gazze’de hergün bir masum ölürken yazmakta, konuşmakta yorucu. Sokak köpekleri kadar önemi kalmadı Filistin’in. Hadi size bir teklif. Köpekleri kuduz teşhisi konmuş köpekleri götürüp tel avive salalım. Olmaz değil mi? Siz de haklısınız kuduz kuduzu ısırmaz ki…

Kalbinizin sahibine emanet olun efendim…

Eyvallah…!