Bu dünyanın geçici olduğu konusunda hem fikiriz diye umuyorum. Geçici olan bu dünya da mal mülk edinmek için para değil zamanımızı harcıyoruz. Gereksiz tartışmalar, uzman görüşleri, sosyal medyada saatlerce kaydırma, cevabı olmayan sorular peşinde harcadığımız enerji vs. vs. örnekleri uzatmama yardımcı olabilirsiniz.
Tüm bu siyaset, futbol, ağır abilik formları arasında bizi gerçekten mutlu edebilecek bazı hususları kaçırıyoruz. Dünyadan alacaklı olmak Filistin ile empati yapmamızı bile zorlaştırıyor.
Dost ne demek hatırlayan var mı? Etrafınızda kaç tane kaldı onlardan. Dertleşmek nedir hatırlayan var mı? Yoksa sıkıntınızı para ödediğiniz profesyonellere anlatmak daha mı kolay geliyor? Herşeyinizi açık kanallardan paylaşırken yaşamadığınız endişeyi bir dostunuza kalbinizi açınca yaşıyorsanız; bu durum biraz tuhaf değil mi? Annelerimizi beğenmedik, çocuklarımızı emanet etmeye çekindik. İnternetten anne baba olmaya çalışıyoruz. Tuhaf değil mi? Cefa çeken, kendisini ailesine adayan kadınları aşağıladınız. Modern kadın kendisini kime adıyor bugün. Size bir kadının hikayesini anlatmak istiyorum. Aklıma birden gelmedi. Aklımdan hiç çıkmayan bir hikaye bu. Bir dostuma anlatmıştım. Evet, var hala benim dostlarım. Hadi gel dediklerinde koşarak gittiğim, gel dediğimde nereye diye soran dostlarım var. Şükrediyorum. Bazı dostların insana bahşedildiğine inanıyorum. Hamd olsun…
İki kızı olan bir kadın. Eşi Almanya’ya çalışmaya gidiyor. Yalnızlık zor eşini de almak istiyor yanına. İki kızı arkalarında bırakıp gurbete gidiyorlar ama ana yüreği kızlarında kalıyor. Çok geçmeden kızlar da geliyor yanına. Ondan mutlusu yok. Dilini kültürünü bilmediği bu yabancı memlekette evine sarılıyor. Babası öldüğünde haberi bile olmuyor. Haberleşme bugünkü gibi değil o zaman. Memleketten kaset geliyor. Bir teypte yapılan kayıtta herkesin sesi var. Sesli mektup yani.
Gel zaman git zaman iki kızı daha oluyor. Dört kızla gurbette evini ayakta tutmaya çalışırken tekrar hamile kalıyor. Bu sefer doğurup doğurmama arasında kalıyor ama kıyamıyor. Dört kızdan sonra bir oğul evlat veriyor Rabbim. Basıyor bağrına.
Gurbet bitip yurda dönüyorlar. Beşinci ayında iken yine hamile olduğunu öğreniyor. Zorlu bir süreç onun için. Söylemiyor kimseye. Aldırmak için hastaneye gidiyor ama kıyamıyor yine. Bir gece sabaha karşı altıncı çocuğu ikinci erkek evladını alıyor kucağına.
Tüm hayatı çocukları oluyor, komşuları, eşinin akrabaları çok seviyor onu çok sayıyor. Çocuklarına hayatımı çaldınız diye kızmıyor hiç. O istemediği iki oğlunu “iki gözüm iki oğlum” diye seviyor hep. Kızlardan ayrı bir yere koyuyor onları. Gurbetteki evladı geldiğinde de ağlıyor, geri dönerken de. Klasik bir cümlesi var gitme vakti geldiğinde; “Gelenin gözü gitmekte” deyip burnunu çekmeye başlıyor hemen.
Geçici dünya bu. Hak vaki oluyor. Cenazesinde eş dost. Altı çocuk şaşkın, kayıp. Yokluğu tecrübe ediyorlar. Mezara iki gözü iki oğlu indiriyor onu.
O iki oğlandan birisiyim ben. Cenazeden sonra anlattı babam kardeşimle benim doğumumdan önce yaşananları. Annem hissettirmedi bize hiç. Ve ben bir şeyi acı bir şekilde anladım. Herkesin annesi ölürmüş, ben annemi kaybettim. Cenaze zamanı telefonla cenaze sahibini arayıp “yapabileceğimiz bir şey var mı” diye sormak ne kadar saçmaymış, öğrendim. Daha bir yıl olmadı ayrılalı. Neden bilmiyorum anlatmak istedim. Not düşmek gibi düşünün. Unutmadığıma ve ölene kadar arayacağıma dair bir delil olsun bu yazı.
Anneniz hayatta ise tutun ellerinden ve bırakmayın olur mu? Vakit geçirin onlarla. Keşke demek insanın canını çok acıtıyor.
Canım anneciğim. Rabbim sana merhameti ile muamele buyursun. Seni çok özlüyorum. Bu yaşımda her aklıma geldiğinde burnum sızlıyor yine. Ağlamamak için zor tutuyorum kendimi. Bana kızma ne olur…
Rabbim bizi cennetinde buluştursun inşallah…
Sana anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki…
Fatiha okuyarak koyayım noktayı…..