Aynı olay bulunduğumuz yere ve bakış açısına göre çok farklı şekilde değerlendirilebiliyor. Hem de öylesine farklı bir nitelendirme oluyor ki bir tarafın ak olarak tarif ettiğini diğer taraf rahatlıkla siyah olarak nitelendirebiliyor. Böyle olunca da aynı dili konuşup konuşmadığımız konusunda insan tereddüde düşüyor. Bunda insanın durduğu yer ve bakış açısının bir rolü olduğu kesin ama bir tarafın hizmet olarak sunduğu bir faaliyet karşı taraftan insanımıza yük olarak görülebiliyor. İşin garip tarafı bu iki farklı nitelendirmenin taraftarları olunca çoğu zaman doğruyu bulmak ya da olayın gerçek mahiyetini anlamak özellikle de toplumun anlaması iyice güçleşiyor. Olay sadece işin doğrusunu anlamanın güçleşmesinden ibaret kalmıyor, toplumda aynı olayı farklı değerlendirmeler ortaya çıkıyor. Bir diğer ifadeyle herkesin doğrusu farklılaşıyor. Böyle bir durum ne kadar doğrudur üzerinde düşünülmesi gerekiyor.



Herkesin doğrusu farklı olunca neyin doğru neyin yanlış olduğu da anlaşılamaz hale geliyor. İnsanların bakış açıları, mensubiyet duyguları olayları değerlendirmede etkili olur. Bununda yadırganacak bir yanı olmayabilir ama insanların doğruda buluşmalarını engellediği için toplumun birbirini anlaması güçleşiyor. Bu arada toplumların yönlendirilmesinde günümüzde medyanın etkisi düşünüldüğünde medya gücüne sahip olanlar yanlışlarını topluma u gibi sunabilir hale gelirlerse o zaman doğrular değil topluma doğru olarak sunulanlar taraftar bulabiliyor.

Bazı kesimlerin yanlışı topluma doğru gibi takdim edebilmesi ve buna taraftar bulabilmelerini elbette sadece medyanın gücü ile izah etmek eksik bir değerlendirme olur. Önemli olan husus sanıyorum adalet duygusundan uzaklaşılmasıdır. Çünkü adalet duygusuna sahip olanlar olayı olduğu gibi topluma takdim ederler, toplumda buna göre değerlendirmesini yapar, yapmalıdır. Özellikle de işin içinde iktidar mücadelesi var ise rakamlarla bile topluma yanlış doğru gibi sunulabiliyor. Söz gelimi her ay ithalat ve ihracat rakamları açıklanır. Mesela ihracat rakamındaki artışa bakarak dış ticarette başarılı bir ay geçirdiğimiz söylenebileceği gibi, bir başka tarafta ithalattaki artışa dikkat çekerek dış ticaret açığımızın büyüdüğünü söyleyebiliyor. İki tarafın söylediği de gerçeği ifade ediyor ama iki tarafta olaya iki farklı boyuttan yaklaştığı için gerçek toplumdan izlenmiş oluyor.



Son yıllarda gündeme gelen yap-işlet-devret modeli ile hayata geçirilen yatırımlar iktidar tarafından devletin kasasından bir kuruş çıkmadan yatırımların gerçekleştirildiği şeklinde nitelendirilirken, muhalefet ise yatırımı yapanlar ile varılan anlaşmanın içeriğine dikkat çekerek, bu model çerçevesinde yaptırılan köprülerden belli sayıda bir vasıta geçiş taahhüdünde bulunulduğu ancak ücretler yüksek olduğu için taahhüt edilen rakamın çok altında kalındığını belirterek, aradaki farkın söz konusu köprüyü hiç kullanmayan vatandaşlardan vergi yoluyla alındığı belirtiliyor. Yani iki tarafta olayın bir yüzüne bakarak değerlendirme yapıyor. Aynı durum otoyollar konusunda da geçerli. Toplanan vergiler başka alanlarda kullanıldığı için yatırımlara yetmiyor ve söz konusu yap işlet devret usulü kullanılıyor. Böyle olunca da devlet yapacağı, yapması gerekeni vatandaşın üzerin yıkmış oluyor. Kısacası, bir tarafın büyük bir hizmet olarak sunduğu bir yatırım bir başka açıdan bakıldığında vatandaşın omzuna vurulan yeni bir yük haline gelebiliyor. Sonuç olarak diyebiliriz ki, aynı dili kullandığımız halde anlaşamıyoruz. Hâlbuki anlaşmamız zor değil. Yeter ki adil olunsun, rakamlar çarpıtılmasın, olay nasılsa topluma öyle aktarılsın.