Küçüklerin, büyüklere bir şey anlatılamayacağını düşünmeleri ne acı. Birçok konuşulması gereken şeyi içinize attığınızı düşünsenize. Sorunlarınız var, paylaşmak, çözüm bulmak istiyorsunuz ama konuşmanız gereken kişinin sizi anlamayacağını, hatta anlamak bir yana, dinleme zahmetinde bile bulunmayacağını düşünüyorsunuz. Bazen çocuklar gerçekten çok zor anlar yaşıyor. Tahmin edemeyeceğimiz kadar zor anlar.
Çocukların, büyüklerin kendilerini anlamadıklarını düşünmeleri, sürekli açıklama yapmaları gerektiğini düşünmeleri, zamanla onların kendi yeteneklerini terk etmeye başlamalarına sebep oluyor. En becerikli oldukları alanları ve zamanla diğer becerilerini de sırayla terk etmek zorunda kalıyorlar. Kendileri olmaktan uzaklaştıkça ve hatta artık bir yetişkin gibi davranmaya başladıkça büyüklerin hoşuna gidiyor. Büyükler gerçek çocukları değil de büyük gibi davranan, teatral yeteneği olan çocukları daha fazla seviyor galiba. Bir çocuk, büyük gibi davrandığında tabi ki kendisi olmaktan uzaklaşmakla kalmıyor, hayal dünyası kararıyor, adeta büyü bozuluyor ve gelecekte yaşanma ihtimali olan tüm güzellikler suya düşmüş oluyor. Büyükler bu durumun ne kadar farkında acaba?
Büyükler bazen çok basit şeylere takılıp, hakikatin bilgisinden mahrum kalıyor. Onların istediği gibi giyinin, saçınızı onların istediği gibi kestirin, yanlarındayken sessizce oturun yeter. Onları rahatsız etmeyen çocuklar, büyüklere göre en akıllı, en uslu, en efendileri. Ne kadar ilginç değil mi! Mesela sayılara çok takılır büyükler. Sayılara takılan herkes gibi onlar da tüm güzellikleri, ayrıntılarda gizli olan her türlü değeri gözden kaçırırlar. Mesela, büyüklere taş duvarlı, bahçeli, mavi ahşap pencereli, demir kapılı, eski bir köy evinden bahsetseniz hiç dikkatlerini çekemezsiniz ama on beş milyonluk bir ev dediğinizde nasıl olduğunu önemsemeden gözleri fal taşı gibi açılır. Hep sayılara odaklılar. Ne öğrendiğini değil de sınavdan kaç puan aldığını sorarlar. Mesela futbol antrenmanında ne kadar gayret ettiğin ile ilgilenmezler, kaç gol attığını merak ederler. Ah büyükler ah.
Çocuklar günbatımını büyüklerden daha yüksek duygularla izler, güneşin doğuşunu izlemek daha anlamlıdır, çok basit şeyler onları mutlu etmeye yeter. Çocukların hala içinde, derinlerde bir yerde, henüz sonu gelmemiş çok güzel duyguları vardır. Ama maalesef bu duyguları çok azı 20 yaşına kadar taşıyabilir. Büyüklerden “Küçük Prensi” anlamalarını beklemek elbette çok mantıklı değil. Küçük Prensin hayallerini anlamak için, içinizde, derinlerde, kimsenin bilmediği, görmediği karanlık bir yerde hala yaşam mücadelesi veren duygularınız olmalı. Değişik, karmaşık ve anlaşılamaz duygular. Anlamıyorlar, anlamaları da çok zor gözüküyor. Çünkü büyükler kendilerini yargılamayı hiç düşünmüyor, hep başkalarını yargılama peşindeler. Böylesi onlar için çok daha kolay tabi. Kendilerini yargılamayı beceremedikleri için de hep yerinde sayıyorlar. Hiçbir şey değişmiyor, aynı tas aynı hamam ve hiçbir şey gelişmiyor, dün neyse, bugün de öyle, dün nasılsa bugün de aynı. Onun için yarınlarını da tahmin etmek çok zor olmuyor.
Büyüklere ne anlatırsan anlat şaşırmıyorlar da. Sürekli şaşırmaları gereken bir dünyada yaşamak ve hiçbir şeye şaşırmamak ne kadar zordur. Kırmızı bir gülde, parmak kalınlığında bir yılanda, kocaman bir filde, sıska bir koyunda, komik bir şapkada şaşılacak bir şeyler yok mu acaba? Yoksa çocuklar mı çok şaşkın ya da şaşırkan, yani şaşkınlıklı. Nasıl derseniz işte. Mutlu da olamıyorlar. Mutlu olmak bu kadar da zor olmasa gerek. Çocuklar için dünyanın en kolay şeyi olan mutlu olmak, nasıl olur da büyükler için dünyanın en zor şeyi olabilir? Bu büyükler gerçekten çok garipler.
Kimse Küçük Prensi dikkate almıyor belki ama onda çok önemli sırlar var. “İnsan ancak yüreği ile baktığı zaman doğruyu görebilir, gerçeğin mayası gözle görülmez” diyor Küçük Prens. Küçük müçük demesek, kulak versek, belki ondan öğreneceğimiz çok şey var ama yine aynı sorunla karşılaşıyoruz; “küçüklerden ne öğrenilebilir ki!” Öyle değil mi? Bir şeyi önemli kılan o şeyin kendisi mi, yoksa uğrunda harcadığın zaman mı acaba? Acaba bu konuda Küçük Prens ne düşünüyor? Bunu nasıl öğrenebiliriz? İnsan gözleri ile mi yoksa yüreği ile baktığı zaman mı görür? Aslında her “yorgunum” diyen çocuk, gerçekten yorgun olduğundan değil de kederli olduğundan “yorgunum” der. Ahh şu büyükler, keşke çocukları anlayabilse.