Konuşuyoruz. İnsanın anlaşmasının en önemli edimidir konuşma. Öğrendiklerimizi birbirimize anlatarak anlaşırız. Sorunlarımızı, dertlerimizi, sevgilerimizi, bilgilerimizi, nefretlerimizi ses ve sözlerimizle aktarırız. Anlaşmanın ilk yolu. Sözlerimiz anlık olur. Belleğimizde birikenleri bilinçaltımızda var olanları çeşitli şekillerle ifade ederiz.

Yazma yeteneğini edindikten sonra sözlerini aktarma bir anlaşma biçimi. Ancak bu her an ve durum için söz konusu olmuyor. Asıl önemli olanları, kayda geçilmesi gerekenleri insanlar edindikleri yeteneklerle, anlatma biçimlerini kullanarak yazıya aktarıyorlar. Kalıcı olan yazılı olanlardır. Bunlar tabiî ki en seçkin olanları içerir.

İnsanlar konuşur, durmadan konuşur. En sıradan hâllerini bile konuşarak geçirir. Uyku hâli dışında insanlar birbirleriyle muhatap olunca söyleşirler.

Sözlü anlatımlar insanların birilerine olan iletişimlerini oluştur. Bunlar da insanların kişiliklerini ve durumlarını tanımlar

Sözünün sahibi olmak diye bir deyim var. Bir insan sözle söz vermişse o insanın belleğinden kalıcı olur. Bu anlamda da sahih insanların sözleri değerli olur. Hani söz namustur deyiminin manevî ağırlığı her zaman için geçerlidir.

Çok konuşanlar, sözlerinin sonucunun nereye vardığının tartısını yapmayanlar sözlerini boşluğa savururlar. Havaya salınmış kalabalık sözler uçup gidiyor.

Siyasal söylemin insanları sözden de soğutuyor. Meydanlarda, salonlarda, medyada üfürülen sözler uçup gidiyor. Abartının, hakikate aykırı olanın, insanları reklâmlarda olduğu gibi yanıltanların sözleri uçuşup gidiyor. Öyle oluyor ki bu sözlerin kendisine dönmeyeceği, yitip gideceği, bir daha onunla yüzleşilemeyeceği duygusu ağır basıyor. O zaman söylenen sözlerin karşılığı belki anlıktır ama geçidir. Anlık olan zaten bir tartı da gerektirmez, geldiği gibi ağızdan çıkar ve gider.

Sözler kayıt altına alınsa, bir insan belli dönemlerde kendisiyle yüzleşse yüzü kızarır mı bilmem. Bir gün onlarla karşılaşacağı muhakkaktır. Siyasal söylemlerde bunun çok da bir anlamı ve karşılığı olmaz. Geçmişte bir siyasinin söylediği kayıtlarda duruyor. “Dün dündür bugün bugündür.” Bu söz duruyor ama o kişinin ne denli pragmatist olduğunu gösteriyor. İnsanlar güçlü olduklarında onlara karşı yanlışları, yalanları, sahtelikleri yüzlerine vurulamıyor. Güç yitirince de iş işten geçiyor ama artık onun da sözlerinin de bir anlamı olmuyor. İnsanların katında bir kurum, bir konum ve yer değersizleşiyor. Siyaset yapanlara bir kene gibi yapışıyor ama artık bir daha o iz o acı silinemiyor. Bu geleceğe de kalan bir yanlışlık oluyor.

Siyasa yapanların dürüst, sözünün eri, sözünü namus bilenlerin yeri ve alanı olmaktan çıkıyor.

İnsanın manevî değerleri ve ruhu çürüyünce bunu toparlamanın ne denli zor olduğu biliniyor.

Bir de bunun manevî sorumluluğu var. Bir insan, hele bir Müslüman sözünün mutlaka eri olmakla yükümlüdür. Sözler de insanın eylemidir. Söylenen söz ağızdan çıktıktan sonra kayda da geçer. Bu, onun en hakiki ve anlamlı faaliyetidir.

Bir insanın yapamayacaklarını söylemesi, hayal üreterek insanları yanıltması bir sorumluluk ve bir vebaldir. İnsanlar o sözlere inanır ve sonuçta aldanıyor ve yanlışa sürükleniyorsa, sorumluluk o sözü verenlerindir.

Bir insan yalancı, sözünde durmayan, kaypak olarak nitelenirse bir gün yaptıkları ayaklarına dolanır. Ve mutlaka karşısına çıkar. İnsanlar sözleriyle ve sözlerinin eylemleriyle sınanırlar. Bile isteye olmasa bile doğal olarak bu böyle oluyor.

Güven yitimi sözlerden ve eylemlerden kaynaklanır.

Sözlerimizin yüzümüze vurulması için ille de birinin bir şey söylemesine gerek yok. Onlar nasılsa bir gün gelir bizi bulur. İnsan kendi kendisinin tartısı olmak zorunda. İnsan kendisinin muhatabı olarak kendinden kaçınması gerekir. Yani yanlış eylemlerden ve sözlerden kaçınmalı. Yoksa bir gün ağır bir taş gibi ruhuna çöker onun bedelini ödeyemez.