Son günlerde Milli Eğitim Bakanlığı tarafından düzenlenen rapora sıkça atıf yapılıyor. Çünkü insanın anlamakta güçlük çektiği bilgiler var. Söz gelimi öğrencilerin yüzde 16’sı dört işlemi yapamıyor, her dört öğrenciden birsinin Türkçe bilgisi temel ve temel altı seviyede imiş. Açıklanan raporun 4. ve 8. sınıf öğrencileri arasında yapılan bir araştırmanın sonuçlarını yansıttığı düşünülürse ülke olarak çok ciddi bir sorun ile karşı karşıya olduğumuz görülür. Araştırmaların ortaya çıkardığı sorunlara yönelik tedbirler alınabilir, eğitim sistemimiz ona göre yeniden düzenlenirse sorunların aşılması mümkün olabilir. Ancak, bu sonucu görmek için ille de bir araştırma yapmaya gerek yoktu. Çünkü gençlerimiz gerçek dünyadan koparak kendilerini sanal âlemde kaybettiler. Benim korkum bir süre sonra çocuklarımız Türkçe konuşmayı bile beceremeyecekler. Çünkü girdikleri sanal âlem çocuklarımızı kitaptan ve okuldan koparıyor. Bunun yanında toplum olarak eski sohbet alışkanlığımızı da yitirdik. İnsanlar bir araya geldiklerinde her birinin elinde bir telefon onunla meşgul. Hâlbuki misafire ilgi göstermek kültürümüzün, bunun da ötesinde insanlığımızın bir gereğiydi.
Bir başka husus ise insanlar toplu taşıma araçlarında ya gazete ya da kitap okurlardı. Şimdilerde bu alışkanlığın da kaybolduğunu söylemek yanlış olmaz. Zaman zaman toplu taşma araçlarına biniyor, yolcuların kaçının elinde kitap ya da gazete var diye bakıyorum, ancak okuryazar oranımız her gün artmasına rağmen okuma merakı toplumda giderek azalıyor. Tüm bunlar gösteriyor ki toplumumuzda ciddi bir değişim var ve bu değişim müspet yönde değil maalesef.
Bu gelişmelerin insanımızın kendini sanal âleme atmayı tercih etmesi ile ilgisi olmakla birlikte tüm suçu buraya yıkmak kolaya kaçmak olur. Çünkü eğitim okulu, ailesi, öğretmeni ve yöneticileri ile bir bütündür. Eğitimin kalitesi işini severek yapan öğretmene bağlı olduğu kadar dersliklerin durumu hatta okul kapalı spor salonlarına sahip olup olmaması ile de ilgilidir. Ankara’ya geldiğim 1950’li yıllarda okuduğum ortaokulun kapalı spor salonu vardı. Yaz kış beden eğitimi dersimiz boş geçmezdi. Her çocuk ilgisine göre bir spor ile ilgilenirdi. Okuduğum okul varoş tabir edilen kenar mahallelerden birisinde olmasına rağmen voleybol ve futbolda Ankara çapında başarılı sonuçlar alırdı. 40 kişilik sınıflarımız hiç olmazdı. Öğretmenlerimiz birer disiplin timsaliydiler. Elbette, çocuklukta disiplin insanı rahatsız edebilir ama o disiplinli öğretmenler tüm güçleri ile öğrencilerini yetiştirmek için uğraşırlardı. Bu durum ilkokuldan liseye kadar devam ederdi. Diyebilirim ki, Ankara’nın varoşlarındaki okul ile merkezindeki okullardaki eğitim arasında ciddi bir fark yoktu.
Zamanla okullar arasında ciddi bir ayrışma başladı. Eğitim sadece üniversite sınavlarına odaklandı, sonuçta çocuğun nasıl yetiştiğinden çok üniversite sınavlarına hazırlamak için her öğrenci birer testmatik haline getirildi. Akıl yürütme devre dışı kaldı. Kompozisyon yazamaz oldu. Okullar okur-yazar yetiştirmekten çok sadece okumayı bilen ama yorumlama özelliğini yitirmiş öğrenciler yetiştirir oldu. Bu tespitleri yapmak tek başına elbette yeterli değil. Bunlar bilinmeyen hususlar değil. Bu çıkmazdan nasıl kurtulabileceğimize bakmamız gerekiyor. Çünkü insanın okuduğunu anladığını tespit etmenin yolu, öğrendiklerini yazı ile anlatabilmesine bağlıdır. Bunu yapamıyorsa test çözmedeki mahareti ile bir öğrence ister sınıf; ister okul birincisi olsun fazla bir anlam ifade etmez.