Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Hamas tarafından İsrail’e karşı 7 Ekimde başlayan harekâtla devam eden süreçte Filistin meselesini birçok açıdan ele almaya çalıştık. Müslümanlar olarak bugün ki durumu ve bu sürece kadar nasıl geldiğimizi özetlemeye çalıştık. Dağınıklığımızdan, itikati zayıflığımıza, Yahudilerin planlarına kadar hemen hemen her şeyden bahsettik. Bu savaşın “Bir musibet, bin nasihatten evladır” anlayışı ile bir kıvılcımın başlattığı ateş gibi Müslümanların uyanmasına ve hidayetine vesile olduğuna inanıyoruz. İsrail’in tüm desteklere rağmen tükenmişliği, gelen zaferin habercisi olduğunu görüyoruz.
Çok ağır bedeller ödemiş olsakta şehitlerimizi kayıp olarak görmüyoruz. Çünkü onlar Allah katında rızıklandırılıyor. Bir insanın ulaşabileceği en yüksek dereceye ulaşmaları inancı, vicdanlarımıza dokunan vahşetin acısını dindiriyor.
Toplumun tamamını kuşatan bu tür olaylara olan bakışımızı ve görevlerimizi hatırlamak adına Allah’u Teâlâ’nın Müslümanlara yüklemiş olduğu vazifeyi tekrar hatırlayalım istiyorum. Tıpkı günde beş vakit kılınan namazın tekrarı gibi, namazda okuduğumuz dua ve ayetlerin tekrarı gibi, yeme içmenin tekrarı gibi, yapılan hareketlerin ömrümüz boyunca yapacağımız tekrarı gibi. Allah’ın emirlerini yapmak bir anlayış ve kabul meselesidir, inanç meselesidir, yaşantımızın her anını kuşatması gibi.
O zaman bu başımıza gelen nedir? Ne yapmamız gerekiyor? Anlayalım! Bizi yoktan var eden, ihtiyacımız olan her şeyi yaratıp bizlere bahşeden ve yol gösteren bir “Sahibimiz” var. Hüküm O’nun güç ve kudret O’nun (cc). İnsanlığın varlığından bu ana kadar değişmeden devam edip gelen bir yasa bu, inkâr edip karşı gelinse de değişmeyen bir yasa bu. Ölümün çaresini bulduk mu ey dağlar kadar kibirli nefsim. Depremleri durduracak bir çare bulduk mu ey insanlık. Ne kadar azsak, ne kadar uzaklaşsak ve ihanet etsekte bizden rahmetini çekmeyen bir “Sahibimiz” var.
Kıyamet Suresi 31-40.ayetlerde değişmeyen bu yasayı haber veriyor yüce Rabbimiz.
31- Vaktiyle o hakka inanmamış, namaz da kılmamıştı.
32- Aksine inkâr etmiş, haktan yüz çevirmişti.
33- Sonra da çalım sata sata yürüyüp yandaşlarına gitmişti.
34- (Ey insan!) Acı sonun yaklaştıkça yaklaşıyor!
35- Evet o sana yaklaştıkça yaklaşıyor!
36- İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?
37- O akıtılan meniden bir damlacık (sperm) değil miydi?
38- Sonra o, alaka (asılıp tutunan zigot) olmuş, derken Allah onu yaratıp şekillendirmiş;
39- Ondan iki eşi, erkek ve dişiyi yaratmıştır.
40- Peki bütün bunları yapan, ölüleri diriltemez mi?
Özellikle Allah’ın, kendi varlık ve birliği ile kıyamet ve ahiretin kesinliği hakkında bunca açıklamalar yapmasına, kanıtlar ortaya koymasına, ayrıca inkâr edenleri ne büyük azabın ve acıların beklediğini haber vermesine rağmen hâlâ gerçeği kabul etmemekte. Kur’an’ı ve peygamberi tasdik etmemekte direnen, Allah’a kulluğunu arz etmekten kaçınan inkârcı tutum eleştirilmekte. Kurtarıcı ilâhî hakikatleri ısrarla reddeden bu nasipsizlerin daha da kabalaşan, küstahlaşan davranışlarından ibretlik örnekler verilmektedir. O inkârcı tip, vahyi onaylamaya, Allah’a kulluk etmeye yanaşmaz; hakkı, hak davetçisini inatla yalanlamaya kalkışır; ilgi gösterip kulağını ve zihnini söylenenlere açacağı, insafla değerlendireceği yerde, kör bir taassupla gerçeğe sırtını döner, kulağını tıkar, kalbini kilitler. Sure bu inkârcılara, kendi türünün yaratılış sürecini ve bu muhteşem olayı gerçekleştiren yüce gücü hatırlattıktan sonra bir soru ifadesiyle, bu gücün ölüleri de dirilteceğini bildiren uyarı ayetiyle sona ermektedir. (Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 511-512)
Bahanemiz ne olursa olsun, hakikat açık bir şekilde ortada dururken bizi Allah’tan (cc) başka kurtaracak hiçbir güç yoktur. Dönüşümüz Allah’adır, yaptıklarımızın hesabını Ona (cc) vereceğiz. Bugün halen bu gerçeği anlayamıyorsak, hidayetimiz kararmıştır. Çokça tövbe istiğfar ederek Rabbimizden kurtuluşumuzu isteyelim. Nerede duracağımızı bilelim, neye taraf olacağımızı bilelim yarın çok geç olmadan. Vesselam...