Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Bizleri yoktan var eden Rabbimiz bize bir takım özellikler bahşetmiştir. Bunların başında nefis dediğimiz benliğimizi ve iç dünyamızı oluşturan özelliğimiz gelir. Nefis hakkında birçok tanımlama yapılmıştır. Özetle arzu ve isteklerimizi belirleyip onlara yön veren, bedenin irade merkezi diyebiliriz. Nefis terbiye edilip kontrol altında tutulmazsa kişiyi bitmek tükenmek bilmeyen istekleriyle insani olmayan hallere sokar. Nefis hakkında Kuran-ı Kerim’de birçok ayet bulunuyor, biz bir kaçını burada konumuza ışık tutması için ele alacağız.
Ali İmran Suresinde; “Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takva sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” (133. Ayet) Nefsi kontrol altında tutup takva sahibi olmanın neticesinde Allah (cc) tarafından cennetle mükâfatlandırıldığımız belirtiliyor.
“Onlar (takva sahipleri) bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, öfkelerini yenerler, insanları affederler. Allah işini güzel yapanları sever.” (134. Ayet) Takva sahibi olmanın nefsin kötü taleplerine uymamak, çirkin işlerden kaçınmak ve Allah’ın (cc) emrettiği iyi işleri yapmak olduğu açıklanıyor.
“Onlar çirkin bir şey yaptıkları veya kendilerine kötülük ettikleri zaman Allah’ı hatırlarlar da hemen günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Onlar, yaptıklarında bile bile ısrar etmezler.” (135. Ayet) Yine de nefsimize yenilip kötülük yaptığımız zaman, pişmanlık ve nedametle Allah’ı aklımıza getirip özür dileriz, Rabbimizin tavsiye ettiği şekilde ona yöneliriz ve merhametine sığınırız. Kurtuluşumuz ancak âlemlerin sahibi olan Allah’ın (cc) elindedir.
“Ehli Kitap’tan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Oysa onlar ancak kendilerini (nefislerini) saptırıyorlar da farkına varmıyorlar.” (Ali İmran 67) Biz Müslümanlar Allah’a kulluğumuzu kabul edip O’dan gelenlere iman ettik. Hal böyle olunca hayata bakışımız ve ahlaki duruşumuz Kuran’a göre şekillenmesi için mücadele ederiz. Allah’u Teâlâ, daha önce indirilmiş ilahi kitaplara iman etmişlere ehli kitap tabiri kullanıyor. Özellikle Hıristiyanlar itikati olarak teslis inancını ortaya koyup sapmışlardır. Teslis inancı ile Allah’ı (cc) baba, Hz. İsa‘yı oğul ve Cebrail (as) da kutsal ruh şeklinde tanımlayıp şirke düştüler. Bu ayette onların Müslümanları kendi inançları gibi yanıltarak saptırmak istedikleri haber veriliyor. Topluluklar kendi varlığını muhafaza için genelde diğer topluluklara karşı egemen olmak isterler. Bizim dinimizde olduğu gibi diğer dinlerde tebliğ çalışmaları bulunuyor. Bundan dolayı geliştirmiş oldukları yöntemlerle inançlarından tutun birçok alanda kendi gelenek ve göreneklerini dayatırlar. Tefsircilere göre ayette yer alan “bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar” ifadesi Hristiyan ve Yahudi din adamları ve onlara bağlı çalışan misyonerleri kasteder.
Nefis özgür olmak ister, baskı ve zorluğu sevmez. Rabbimiz bu durumu Ali İmran suresinde Müslümanı ideal ahlak tipi olan 'takva sahibi (muttaki)' insan şeklinde ifade ederek buna uyanların koruyacağını bildirir. Takva sahipleri her durumda adil ve cömert olmak, öfkeyi yenmek, insanları bağışlamak, kendi hatasını kabul etmek ve hatalardan arınma gayretinde olmak gibi niteliklerle ön plana çıkarlar. Bu vasıflar, ancak ihtirasları ve bencil duyguları karşısında hürriyetine kavuşmuş üstün ruhların erdemleridir. Aksi durumda ise nefse boyun eğip istek ve arzularının esiri olur.
Hıristiyan ve Yahudi topluluklar Allah’ın gönderdiği kitapları tahrip edip inanç ve ahlaki yönden insani durumlarını bozdular. Bugün adaleti ve gücü sadece kendi çıkarlarını elde etme mekanizması olarak görüyorlar. Yalan söylemek sapkın inançlarının tezahürü olarak ortaya çıkıyor. Takva olarak belirtilen erdemli davranışlardan ve birçok insani özellikten uzak duruyorlar. Bu durumu daha iyi anlamak için Maide Suresinde "Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Maide 51) Onlardan veli yani bize yol gösterici olmayacağı, bizimde onlara asla uymamız gerektiği emrediliyor. Şimdi teknolojik bir takım ilerleme kaydettiler diye insanımız onlara karşı hayranlık duyuyor. Onları kendisinden yüksekte görerek şan ve şerefini zedeliyor.
“Kim izzet isterse bilmeli ki izzet tamamıyla Allah’a aittir. Güzel sözler O’na yükselir; rızasına uygun iş ve davranışları da O yüceltir. Sinsi sinsi kötülük tasarlayanlar için çetin bir azap vardır ve onların tuzakları altüst olur.” (Fatır, 10) Sinsi sinsi olarak Müslüman ecdadımızın ilmi projelerini aldılar, kaynak olarak biz bulduk dediler. İbn-i Sina ve birçok İslam bilim adamının çalışmalarını, kendi anlayışlarına göre şekillendirip geliştirdiler. Onlar çalıştı bizler gaflete düşerek yerimizde saydık, elimizde ki cevherin değerini bilmedik. Müslümanca yöntemlerle biz geliştirmiş olsaydık daha insani ve faydalı olurdu. Bugün birçok alanda geri kaldık. Elimizde Rabbimizin bize olan sözü ve yardımı var. Çözüm ve sistem olarak O’na yönelirsek, mağlubiyetimiz ne kadar çok olursa olsun çok kısa zamanda zirve ulaşarak üstünlüğü elde ederiz. Bu Allah’ın bize olan vadidir.
Siyonist katil İsrail tonlarca bomba yağdıramaz, yağdırsa da başına dönerdi. Onlarla hiçbir şekilde normalleşmeye ve ticari ilişkiye gerek kalmazdı. Tıpkı Ecdadımızın kapısında bekledikleri gibi, bizi de beklerlerdi. Savaşın başında gerçekleşen konsolosluk eyleminden sonra bizim yöneticilerimiz, elçilerini göndermesi gerekirken onların çekmesi ile yaşadığımız utancı yaşamazdık. Benim yetkim ve iradem bu kadar, buradan yazıyorum. Yetkililer meydanlardan ve mikrofonlardan konuşmaz, gereğini yaparlardı. Bizler halen bu vahşetin durdurulmasını değil onlar tarafından işgal ve tarumar edilmiş o kutsal beldenin inşasını ve ihyasını konuşuyor olurduk. Anlayana...