Seçim söz konusu olduğunda, Türk siyaseti gibi maalesef popülizmin her zaman ağır bastığı bir mecrada, akıl ve mantık sınırlarını zorlayan ifadeler her zaman söz konusudur. Ancak muhtemelen, bu seçim sürecinde olduğu kadar daha önce aynı akıldışılık bu denli söz konusu olmamıştı.
İktidar partisi, daha önceki seçimlerden de aşina olduğumuz üzere bu seçimi de “yüzyılın seçimi”, “en kritik seçim”, “biz kaybedersek bütün herkes kaybeder” temalı ve işin içine yer yere dinin kutsallarının dahi sokulduğu bir alana taşımış durumda. Kendilerinin kaybetmesi halinde neler olacağına dair bolca korku pompalamalı ve vatandaşı ürkütmeye dönük propagandalar yürürlükte yine. Basitçe formüle etmek gerekirse, artık bir siyaset klişesi olarak hafızalarda yer eden “Esenyurt düşerse Kudüs de düşer” absürdlüğünün biraz daha ötesine taşınmış durumda mesele.
Bir de tabii, belki de en çarpıcı noktalardan birisi olarak “soğan” meselesi var. İktidarın tam manasıyla beceriksiz ve yetersiz ekonomi politikası ve bunun neden olduğu patlayan enflasyon, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, yani hızlı ve topyekün fakirleşme eleştirilerinin bir özü olan “soğan” meselesini, “soğan mı bağımsızlık mı” tarzında akıllara ziyan bir duruma dönüştürmeye çalışıyorlar. Bazı seviyesiz yorumlarda, halkın ekonomik durumunun kötülüğünün göstergesine dönüşen “soğan” meselesini dile getirenlere yönelik hakaretamiz ifadeler ise gelinen noktanın pespayeliğini gösteriyor.
Halbuki, dünyanın her yerinde ve totaliter sistemler dışında “demokratik seçimlerin” söz konusu olduğu her ülkede, halk tarafından “iş başına getirilmiş” yani “halkın vekalet verdiği” tüm idareler, icraatlarının hesabını vermekle mükelleftirler. Hele ki, gayri akli ve gayri iktisadi bir yola zorla sokulan ekonomi politikası, bu denli kısa sürede bu denli korkunç bir fakirleşme trendini ortaya koymuşken, çarşı pazardaki, ev kiralarındaki, iğneden ipliğe her kalemdeki patlayan fiyatların hesabı da verilmek durumundadır. Soğanın 30 lira olmasını, “hükümetimizi halkın gözü önünde zora sokmak isteyenlerin işi” diye savunmaya(!) çalışmak, çok ciddi bir meseleye sulandırmaktır.
Aynı şekilde, en ucuz kalemi olan kıymanın bile 300 lirayı aştığı kırmızı et fiyatları için de “koyun eti yiyin” tavsiyesinde(!) bulunmak aymazlıktır. Bir de sırf halk tepkisini hafifletmek için talimatla et sattırmak ve aslında “ucuz et kuyrukları”na neden olmak var ki, başlı başına bir fiyaskodur. Bir ülkenin yönetimine talip olanlar, o ülkedeki olumlu veya olumsuz her şeyin de sorumlusudur haliyle.
İzmir Kasaplar Odası Başkanı Melih Şenkara, et fiyatlarında artışın devam edeceğini, ne üreticinin ne de kasapların önünü göremediğini belirterek, “Kimse indirim beklemesin. Enflasyon ortada. İneğimizi ithal samanla besliyoruz” demiş. Ne üreticiler ne de tüketiciler, kimse önünü göremiyor. Öyle bir ekonomik atmosfer ve belirsizlik hali var ki, geleceğe dair hesap yapmak da öngörüde bulunmak da pozisyon almak da neredeyse imkansız.
Tarım Bakanı Kirişçi ise farklı bir noktada.. Bakan Kirişci, “Tamam ben de kabul ediyorum, et fiyatı yüksek. Sözleşmeli üretimle hayvanı besiciye beslettir. Kilosuna geldiğinde kes. İster market, ister kasap reyonunda satılsın. Bak bu hem ister istemez zinciri kısaltıyor hem aradaki bazı art niyetli insanları çıkartıyor” diyor. Yüce gönüllülük yapmış sayın bakan, maazallah kabul de etmeyebilirdi. Çözüm önerisi açıklıyor ama acaba yıllardır aynı sıkıntıyı yaşayan ve çare olarak “ithal et” dışında bir şey üretmeyen kendi iktidarlarına söylese bunları.. Halk olarak biz mi yapacağız bu eylemleri?
Bir de tabii, son birkaç yıldır ayyuka çıkan, ev sahipleri ve kiracılar arasında münakaşanın da ötesinde fiili şiddete de neden olan ve herkesi bir şekilde huzursuz eden yüksek kiralar meselesi var. İdare noktasındakiler, bu meseleyi, sokaktaki vatandaş gibi sadece izlemekle yetinmekte maalesef. Halkın sorunlarına bigane kalmak diye bir şey olabilir mi?
Halkın ekonomik sıkıntılarına yönelik somut adımlar yerine ya inkar ya da tavsiyelerle ama kesinlikle sorumluluk kabul etmeme tavrıyla ekonomi yönetilemeyeceğini her gün deneyimliyoruz. Yanlışlığı kanıtlanmış politikalarının bile hesabını vermeme ve sorumluluğunu üstlenmeme tavrı ise insanı hayret ettiriyor ancak.