Peygamber Efendimiz, sallallahu aleyhi ve sellem, Hira Dağı'ndaki yıllar süren uzletten sonra, 40 yaşındayken Cebrail Aleyhisselam tarafından ilk vahyi almıştı. Cebrail Aleyhisselam ona peygamberliği tebliğ etmiş ve Alak Suresi'nin aşağıdaki ayetleri nazil olmuştu:
“Yaratan Rabbin adıyla oku, O insanı kan pıhtısından yarattı, O insana kalemle yazmayı öğretti.”
Bir insanın ilk defa Hz. Cebrail ile karşılaşması, yaşadığı bu müthiş olayı psikolojik olarak kolay kabullenmesi, hemen içselleştirmesi mümkün değildir. Düşünün, geceleyin yürürken aniden bir kedi ya da bir gölge görsek, ürkmüyor muyuz? Hz. Muhammed (s.a.s.) de bir insandı ve bu durumdan etkilenmişti. Korku ve şaşkınlık içindeydi. Ancak yanında, dağ gibi duran eşi Hz. Hatice vardı. Ne güzel eş, dost ve destekçiydi. Örtüsüne sarılarak peygambere destek olmuş, "Ey Muhammed, ben senin yanındayım" demişti. Sonra Peygamber Efendimizi, o zamanın Hanif dinine mensup olan ve yaşlı bir zat olan Varaka bin Nevfel'in yanına götürmüş. Olayı Varaka'ya anlatmışlar. Varaka, "Senin gördüğün kişi Namus'tur, yani her peygambere gelen Hz. Cebrail'dir" demiş. "Keşke genç olsaydım da, seni kavmin buradan çıkardığında seninle beraber olabilseydim" diye konuşmuştur. Peygamberimiz şaşırmıştı. Neden Hz. Muhammed, doğup büyüdüğü Mekke'den kovulacaktı ki? Oysa o, güvenilir Muhammed'di. Herkes onu çok sever, hiç kimseye kötülüğü dokunmamıştı. Mekke'nin en saygın kişilerinden biri ve en saygın ailelerinden birinin mensubuydu.
İşte önemli nokta buradaydı zaten. Çünkü Peygamber Efendimiz, dört duvar arasına sınırlı bir inancın mensubu, tebliğcisi olmayacaktı. Hz. Peygamber, putlara karşı çıkacak, zalim yüklerine karşı hakkı haykıracaktı. "Simsiyah Bilal-i Habeşi benim kardeşimdir" diyecekti. Güçsüz ve parasız olanların zulme uğramasına karşı duracaktı. Mekke'nin önde gelenleriyle, en mütevazı köleyi takva elbisesi içinde Allah katında eşit görecekti. Yani onların batıl düzenlerine dokunacaktı. Toprağa gömülen kız çocuklarını baş tacı olarak gösterecekti. Bu cümleler uzatılabilir... Yani Peygamber Efendimiz, hak olan düzeni kurmak için batılın yıkılması gerektiğini çok iyi biliyordu. Mekke'den, çok sevdiği topraklardan bu yüzden ayrılmak zorunda kalacaktı.