Artık bir sene sonu geleneğine dönüşen bir şey var; Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantıları! Yılın bu zamanları ilgili ilgisiz herkesin gözü kulağı buna endeksleniyor. Asgari ücret alan da almayan da “acaba ne olacak?” diye merak ediyor.

Neden? Çünkü toplam işgücünün yarısı, belki de yarıdan fazlası doğrudan bu ücrete muhatap. Geri kalanların ücretleri büyük oranda buradan çıkacak orana göre artırılıyor. Asgari ücret bu anlamıyla bir “gösterge ücret” konumunda, ancak aynı zamanda da Türk iş gücü piyasası için “temel ücret” durumuna da gelmiş durumda. Bir başlangıç seviyesini ifade etmesi gereken bu ücretin, temel ücret ve dolayısıyla da “geçim ücretine” dönüşmesi, çalışanlar açısından ekonomik gidişat hakkında da bir fikir veriyor. Ücretli kesimler giderek daha fazla şekilde “günü kurtarmaya” oynuyorlar, reel gelirleri ve milli gelirden aldıkları pay da düşüyor.

Bu ülkenin çalışanlarının çok rahatlıkla yarısı ve hatta daha fazlası için hayatını idame ettirebilmek anlamına geliyor bu ücret. İnsanların bu sefalet ücretine mahkum edildiği bir ekonomik yapının başarısından bahsedilemez. Ücretli kesimin milli gelirden aldığı payın yüzde 25-26’ya gerilemesi de fakirleşmenin açık bir göstergesidir. Bu realiteyi nasıl yorumlayacaklar acaba?

Çalışma Bakanına bakılırsa, asgari ücretin “geçim ücretine” dönüştüğünü söylemek bilgisizliğin ve bir tür cehaletin eseri. Çalışanların sadece(!) yüzde 38 kadarı asgari ücretliyken nasıl bu sonuca varılabilirmiş! Yanı başımızdaki AB’de bu oran yüzde 4-5’lerde seyrederken resmi veriye göre bile yüzde 38 olması çok normal yani. Asgari ücretin biraz üzerinde alanlar, mesela 6 bin, 6 bin 500 lira alanlar sanki asgariden çok farklı koşullarda yaşıyorlar. Kayıtdışı çalışıp asgari ücretin bile altında çalıştırılanlar ayrı fasıl zaten.

Asgari ücretle diğer ücretler mesela ortalama ücret arasındaki makas kapanıyor, ki ortalama ücretin asgariye yakınsaması denebilir. Öte yandan asgaride elini taşın altına koymayan ama artış kaynaklı siyasi rantı sahiplenen kamu idaresinin, kendi sorumluluğundaki memur ve emekli maaşlarına aynı oranda bir artış vermemesi, asgari ücretin altında emekli maaşlarının olması da manidar elbette. Aslında manidar değil, açıkça utanç verici bir durumdur. Emekli olmuş insanların çalışmak zorunda kalması, başlı başına bir fiyaskodur, ancak toplum maalesef buna bile alıştırılmış vaziyette maalesef.

Enflasyonun boynu kırıldıysa madem o zaman asgari ücrete neden yüzde 54 zam yapıldı ve “gerekirse daha da yaparız” mesajı verildi. Hem de “2023’te enflasyon yüzde 20 olacak diye hesap yapın” dendiği halde... Amaç reel geliri yükseltmek olsa bu açıkça söylenirdi, amacın çalışanları “enflasyona ezdirmemek” olduğu söyleniyor. O zaman ortada bir tutarsızlık var demektir.

Gerçi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, “baskılanmış” yani gerçek değerinden ve enflasyon etkisinden azade durumdaki dolar üzerinden bir hesap yapıp, asgari ücretin dolar bazında rekor kırdığını söyleyebiliyor. İşin içine enflasyonu katmadan güya alım gücünün arttığını iddia ediyor. Siyaset böyle bir şey işte, kömüre bile “ak” demek mümkün!

Asgari ücretin bir sefalet ücreti olduğunu da kabul etmiyor sayın Bakan. Acaba çarşı, pazar, marketlere gitmiyor, alışveriş yapmıyor mu? Bakanın, Türkiye’deki “açlık” ve “yoksulluk sınırı” rakamlarının büyük çoğunluğunun “bilim dışı” olduğunu iddia etmesi de hayli enteresan.

“Sırtında küfe taşıdıklarını” iddia edenler, asıl “geçim derdi” küfesini yine vatandaşın sırtına bıraktılar halbuki. Madem küfe yoksa eğer vatandaşın sırtında, rekor olduğu iddia edilen ve işverenin cebinden çıkacak olan asgari ücret zammı kadar artışı memur ve emekliye de yapsın o zaman sayın “küfe” sahipleri. Bu ülkede hala asgari ücretin altında emekli aylığı alan insanların olması, milyonlarca insanın asgari ücret denen sefalet ücretine talim etmesi, ücretli kesimin milli gelirden aldığı payın gerilemesi, halkın geçim sıkıntısıyla boğuşması, “küfe”nin kimin sırtında olduğunu göstermiyor mu?