Daha ne kadar gider bilmem.
Bayram buluşmaları, kimi kesimlerde hâlâ kesif.
Her ne kadar sosyal medyadan tebriklerin yapılıp kabul edildiğine tanık olsak da bayramlar, aile buluşmaları için çok güzel bir vesile.
Gerçi büyük bir kitle evinden ayrılıp, turizm kasabalarına doğru yollansa da, geleneklerini öpüp başlarına koyanlar için bayramlar hâlâ, ailenin en huzurlu günleri.
O günlerde tarla takke işleri askıya alınır.
Kahvehaneye gidenler, ayaklarını toplayıp evinde oturur.
Kadınların kadim gelenekleri olan ev temizlikleri, tatlı imalathanesi olan mutfakları sevimli bir telaş alır.
Gerçi çocukluğumuzdaki gibi bayram baklavalarını artık kimse ağız tadı ile yiyememekte, çağ insanlarda sağlık bırakmadığı için bir çocuğun ateşe yaklaşması gibi, cıs diye uyarılmaktalar.
Geleneğine sahip çıkan kadınlar için bayramlar, büyük bir yorgunluk sürecini de beraberinde getirir.
Bayramla ilgili güzel anılarımdan biri, bitişik komşumuz Ali Hoca’nın tavırları idi.
Genç imam namazını kıldırır, gelir, ev işlerinde eşine yardımcı olurdu.
Mahallenin kadınları hayretle izlerdi.
Ali Hoca, daima hanımına yardım eder, camları siler, kapıların önlerini, bahçeyi, hatta yolda büyük bir bölümü de süpürürdü.
Yaz temizliğinde halı ve kilimleri yıkar.
Çocuğu ile ilgilenir,
Eşinin kolları ağrıdığı için, bayram tatlısı ya da börek yapacağı hamurları da yoğururdu.
Eskiden tel dolap devrinde hazır yufkalar yoktu; bütün ağır tatlılar, yemekler hane kilerinde üretilirdi.
Bunları komşular anneme, hayretle naklederken duyardım.
Ya da eşi, kocasının kendisine yaptığı yardımları gayet sıradan anlattığında, mahalleli şaşırır, muhtemelen akşam eşlerine hoca efendinin yaptığı işleri sıralarlardı.
Erkekler de kolayı bulmuş, hocaya kılıbık demeye başlamışlardı.
Yaptığı şeyin ayıp olduğunu anımsatırcasına karşılaştıklarında, “Hoca sende pek bir kılıbıksın, bak böyle yapma” diye adamcağıza nasihat vermeye de kalkışmışlardı.
Karizmalarını yok edecek sandıkları kılıbıklığı, kadınsılık olacak kadar kerih görmüşler, kendilerinin ellerini bir işe sürmeyerek kazak oldukları ile öğünmüşlerdi.
Ali Hoca, bu çokbilmişlere, derin bilgisi ile sabırla anlatmış;
“Kılıbık” kelimesi, galat-ı meşhurların arasında yerini almıştır. Eskiden kılıbık korkulacak, gocunulacak bir kelime değilmiş. Çünkü kelimenin aslı “kılıbık” değil, “kalbi ılık” imiş. Dolayısıyla yanlış biçimde söylene söylene “kalbi ılık” “kılıbık» kelimesine dönüşmüş.
“Kalbi ılık” ise, kalbi müşfik, merhametli anlamına gelir. Dolayısıyla geçmişte, eşine müşfik davranan, ona davranışta kusur göstermeyip, koruyup, kollayan kimselere “kalbi ılık” bir insan derlermiş. Zamanla söylene söylene “kalbi ılık” kelimesi, kılıbık’a dönüşmüş. Kelimeye sözlüklerde, “Karısının tesiri altında kalıp onun sözünden çıkmayan zayıf erkek” diye anlam verilse de, aslında şefkatle çok ilgili bir kelime.
Hz. Peygamberin eşlerine karşı muameleleri dikkate alınırsa, onlarla istişare ettiği, onları dinlediği, fikirlerine önem verdiği görülür. Ev işlerinde onlara yardım ettiği de bir vakıadır. Şimdi bayram temizliğinde evime katkıda bulunarak, zavallı eşimin yorgunluktan bitap düşmesini engellemek kılıbıklıksa, ben kabul ediyorum.
Hz. Peygamberin, “Sizin en iyileriniz, eşlerine ve çocuklarına iyi davranan, iyi muamele edendir” buyruğu da anımsandığında, kılıbıklık bir meziyettir.