Haydi açık konuşalım biraz, dürüst olalım.
Son günlerde kelime canbazı bir agnostik ile çapsız bir reformistin din tartışması etrafında dönen polemiklerin kalitesine bakalım.
Belki de koca Türk tarihinin en cahil, en vasıfsız, en yetersiz ve bir o kadar da en şımarık, en bilgiç, en egolu çağına geldiğimiz bu günlerde ne kadar da kalitesizleştiğimizi itiraf edelim.
Toplumun gerçekten çok az bir kısmı hariç, gerek dini ilimler gerekse dünyevi bilimler, hatta temel toplumsal varoluşun gerektirdiği ortalama zekâ ve bilginin çok altında olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Ama ne hikmetse her alanda 'hâlâ' dünyanın en zeki, en akıllı, en güçlü toplumu olduğumuz vehmiyle elimizde tesbih sallaya sallaya mahalle kabadayısı edalarıyla çalım satmayı ihmal etmiyoruz!
Her konudaki yetersizliğimize değinmek niyetim yok. Konumuz tabii ki yine 'iddialı' olduğumuz din hususu!
Türkiye, tüm İslâm âlemine ağabey, kurtarıcı, hatta 'dinin bekçisi' gibi gösteriliyor. Milletimizin yüzyıllar boyunca doğruları/hataları, artıları/eksikleri ile bu hamilik vazifesini yürüttüğü doğrudur. Atalarımızın, yüce dinimiz İslâm'a hem ilmî anlamda, hem de dünya Müslümanlarının koruyuculuğu açısından hizmetkârlığı layıkıyla yaptığı doğrudur ve bu da biz Müslümanlar için kıyamete kadar bir şeref vesilesidir.
Peki gelelim bugüne?
Türkiye'nin hâlâ İslâm'ın güya 'en doğru' şekliyle yaşandığı ülke gibi lanse edilmesi ve diğer Müslüman toplumlara da örnek olarak gösterilmesi ne kadar doğru?
Dindar mı seküler mi olduğu belli olmayan bir toplum... Kendi kimliği, tarihi, manevi değerleriyle bitmeyen kavgasıyla, idare edilmek istediği yönetim biçimine hâlâ karar verememiş milyonlarca Müslüman... İslâm'a ve ona ait olan her şeye düşman, hastalıklı ve topluma yabancı zihniyetin hakim olduğu bir seküler düşünce sistemi... Bütün bunların yanısıra en tehlikelisi olan, gerçek İslâm anlayışını toplumdan tamamen kaldırmakla görevli ana akım sahte din tüccarlığı...
Bir tarafta sistemin tam destek verdiği İslâm düşmanları ile dinin her konusunu tartışmaya açan, oryantalistlere bile taş çıkaracak kadar reformist münafık zihniyetli din bezirganları... 14 asırlık ehl-i sünnet anlayışımızı lekeleyen Şia anlayışı başta olmak üzere, haricî, dehriyye, mezhepsizlik, deizm, ılımlı Müslümanlık, hadis düşmanlığı ve hatta ayet sorgulamalara kadar varan sapkınlıkların cirit attığı, ehl-i sünnet ve'l-cemaatten ayrılan fikirlerin pompalandığı bir ortamda İslâm'a dair ne kalacaktır?
Kuruluş amacı gereği rejimin müsaade ettiği oranda 'dindar', iktidarın arzu ettiği fetvaları vermekle görevli, materyalist sistemi aklamakla maruf, Müslümanları batı felsefesine entegre etme çabasının din ayağını oluşturan Diyanet denilen oluşumun 'en güvenilir' bulunduğu bir atmosfer...
Hilafet kurumunun ve dini otoritenin eksikliğinden doğan çeşitli cemaatlerin, ciddi bir disiplinden mahrum olması sonucu Müslümanların detaylarda kısır tartışmalara sürüklenmeleri... Yüz yıl önce dini otoritenin yoksunluğu ile planlanan bu kaos ortamı, fikir birliğinden yoksun cemaatlerin doğuşunu ve bu da toplumun din konusunda aklının bulanmasına sebep oldu. Tutarsızlık ve çelişkili bir din anlayışının doğması, çok da mantık seven (!) insanımızın dinden uzaklaşmasına vesile oldu.
Bütün bunlar üzerine hakkı söyleyen az sayıdaki âlimlerin konuşması, seküler felsefeye büyük bir tehdit olarak algılandığından hemen sirenler çalmaya başlar ve bu 'terör tehdidini' hemen bertaraf etmek isteyen İslâm düşmanları düğmeye basar. Artık İslâm düşmanları değil, bu sistemin doğurduğu, özel hayatında yarı Müslüman, siyasi-ekonomik ve düşünce sistemi olarak seküler bir birey haline getirilen 'diyanet Müslümanları' görevi devralır. İslâm'ı konuşanları susturmak bunların görevidir artık. Müslüman görünen siyasetçiler ve iktidar da seküler sigortanın en büyük bekçisidir!
Hadi dürüstçe itiraf edelim...
Seküler sistem ve felsefenin yörüngesine sokulmuş bir din düşüncesinin hâkim olduğu bir toplumda, İslâm düşmanları ile münafıkların din tartıştığı sözde 'ilim' atmosferinde, ehl-i sünnet harici her akımın revaçta olduğu ve hakkı söyleyenlerin bile Müslüman toplum ve iktidar tarafından derdest edildiği bir ortamda hangi umuttan, hangi örneklikten bahsedilebilir!?
İslâm akaidinden bîhaber, temel dinî prensiplerden bile habersiz basın mensuplarının, sözde entelektüel 'yazıcılar', kripto Ermeni, Mason ve Yahudilerin başını çektiği 'sanatçılar', güya 'İslâmcı' siyasilerden, Allah'tan daha çok seküler güçten, ABD'den, Avrupa'dan ve İran'dan korkan sürüngen politikacılardan oluşan bir topluluk...
Bu omurgasızlıkla Türkiye'yi, hangi Müslüman ülkeye ağabey olarak lanse etme hakkı bulabilirsiniz?