Hava gri.
Gökyüzü durağan.
Fakat o ne.
Pencerenin perdelerini çektiğimde,
Mutluluğun resmi karşımda.
Bu araçların geçtiği asfalt yolda.
İşe koşturanların nispeten kalabalıklaştırdığı işlek caddede.
Bir pastoral tablo.
Işıl ışıl parlamakta, gözlerimi kamaştırmakta.
Hepsi bembeyaz inci renginde parlak bakımlı tüylü kürkleri içerisinde irili ufaklı, yavrulu, anneli, hamileli, babalı bir keçi ailesi.
Karşımdaki meşe ağacının altında toplanmışlar,
Yerlerdeki meşe palamutlarını iştahla yemekteler.
Bir, başlarında kaval çalan çobanları yok.
Fakat o da var.
Bir çocuk masumluğunda altmış yaşlarında kadın.
Adeta Alp dağlarındaki Heidi.
Kırmızı yanaklı sakin yüzü huzur içerisinde.
Sanki başına bağladığı yemeni altından fırlamış hissini veren iki örgülü saç.
Hemen dışarı fırlayıp kadınla sohbete koyuluyorum.
Benimle konuşurken de boynuna doladığı iple bir yandan kaşkol örmekte idi.
Hatice imiş ismi.
İçindeki huzurun dışa yansıması olan dingin yüzü, rahatlığı.
Hani neredeyse Hatice, beni yanına çırak al, diyeceğim keçiler bir sevimlilik anıtı, menekşe yüzlerinde insan bakışları ile yerdeki pelitleri iştahla yemekte, yanımıza sokulup beni sevin diye beklemekteler.
Bu denli de insanla dost ve samimiler.
Hatice ile mi konuşsam keçilerle mi, sevinçten şaşırdım.
Gel bir kahve içelim diyorum, “yok abla keçiler kaçar”, diyor.
Fakat Hatice bir başarı hikâyesi.
Kötü hastalığa yakalanıp göğsünü aldıralı 18 yıl olmuş.
Hamd etmekte, hastalığın onu işinden gücünden ayrı koymadığına.
Çocuk bakmış, temizliğe gitmiş.
Gittiği aileye büyük dualar etmekte.
“Abla bir gün bile beni sigortasız çalıştırmadılar, Allah onlardan razı olsun, primlerimi ödediler, emekli oldum paramı alıyorum. Yine beni bırakmadılar, onlara yine temizliğe gidiyorum, ikinci maaşımı alıyorum, Rabbime hamd olsun”.
Eşi de kötü hastalığa yakalanmış, midesini aldırmış, “fakat eşim çok yemek yemekte abla, yemek yapmaya yetişemiyorum, o pek dışarı çıkmamakta ama benim şifam şu keçiler, bir çocuk gibi onların peşinde dağ tepe geziyorum, onlar otlamakta ben dağ havası ile şifa buldum, sütlerini torunlarıma ikram etmekteyim, çalıştığım yerdeki çocukları da kendi yavrularım gibi görmekteyim onlara da süt götürmekteyim.”
Hatice çölde serap gibi,
Şehrin betonunda, asfaltında, grisinde yemyeşil bir vaha.
O hep şikâyet ettiğim köy kadınlarının üretmeyip TV dizileri ile uyuşturulduğu çağdaşı kadınların tembellik yazgısını kaldırıp alaşağı etmiş.
Ne hastalığını, ne yoksulluğunu yazgı bilmiş.
Çalışmış, üretmiş, kazanmış ayakları üzerinde dimdik durmuş soylu bir Anadolu kadınına şehrin betonları arasında rast gelmek.
Hatice, bana da iyi geliyor.
Onun işlerinin iyi gitmesi, hastalığının iyileşmesi, bir maaşının olup namerde muhtaç olmaması bana da müthiş mutluluk veriyor.
İnsan insana şifa oluyor.