Mehmet Şevket Eygi ağabeyin ölüm haberini aldığımda bir anda 1950’li yılların sonu ile 1960’lı yıllara gittim. Haftalık Yeni İstiklal gazetesi ve o vesile ile de Mehmet Şevket Eygi ağabeyi gıyaben tanıdığım yıllara gittim. Elbette, Yeni İstiklal ile buluşma ardından Bugün gazetesini getirdi. Bedir Yayınevi derken Sabah gazetesi ve Eygi’nin zorunlu olarak yurt dışına gidişi ile adeta bir dönemin sona erişini hatırladım.

Yeni İstiklal gazetesini tanımam bir ilginç olay ile oldu. O yıllar gündüzleri çalışıyor, akşamları da dedemin vefatı ile bırakmak zorunda kaldığım lise tahsilimi tamamlamaya çalışıyordum. Bir akşam coğrafya dersinde hocamız neden icabetti de o çıkışı sergiledi hatırlamıyorum ama benim hayatımda bir dönüm noktası oluşturdu o çıkış. Hoca dersini anlatırken birdenbire, Müslümanları kastederek, “Bunlar din iman nutku atarlar ama yaptıkları minare hafif bir rüzgârda yıkılır” gibi bir cümle sarf etti. O yıllar özellikle din adamlarına düşmanlık ve saldırılar moda idi. Söz gelimi imamın keçisi çalınmış ise ‘imam keçi çaldı’ diye haber yapılırdı. Hocanın sözleri tepkime yol açtı ve hocama, yıkılan minare ile İslam’ın ne ilgisi olduğun sordum. Galiba sesimde biraz yüksek çıkmış olacak ki, hoca beni sınıftan kovdu. Ben çıkmayınca kendisi sınıfı terk etti, ardından müdürün beni çağırdığını söylediler. Müdürün odasına çıktığımda hocam da oradaydı. Müdür, hocamın elini öpmemi ve özür dilememi istedi. Müdüre olayın nasıl olduğunu, eğer bende kabahat varsa hocamın elini öpmekten çekinmeyeceğimi söyledim ama müdür ya hocamın elini öpmemi ya da odayı terk etmemi isteyerek, disiplin kuruluna sevk edileceğimi söyledi. Bende sessizce odayı terk ederek sınıfıma gittim. Bu arada ders bitmiş zil çalmış. Sınıfıma vardığımda iki sınıf arkadaşım, “Kardeş… Kardeş…” diye bana ilgi ve sevgi gösterdiler. Bu ilk temasın ardından buluşmaya başladık. Hâlbuki yaklaşık iki senedir birlikte okuyorduk ama hiçbir temasımız olmamıştı. Bu arkadaşların Ankara Çıkrıkçılar Yokuşu’nda babalarının dükkânı vardı. Birisinin halı, diğerinin tuhafiye dükkânı vardı. Bu ilk temasın ardından hafta sonları buluşmaya başladık. Onlar bir cemaate mensuptular, Bazen bir araya geliyor kitap okuyor, ağabeyler okuduğumuz kitapları izah ediyorlardı. Bu toplantılarda haftalık Yeni İstiklal gazetesi genellikle gündeme gelirdi. Çünkü cemaatle ilgili polisin baskın ve mahkeme haberleri bu gazete yayınlanırdı. Bu bakımdan çoğu z aman toplantılarda ağabeyler bu gazetenin eski sayılarından imkân nispetinde istenmesini, uygun bulduğumuz yerlere göndermemizi isterlerdi.



Söz konusu cemaati biliyordum ama bir ilişkim yoktu. Ancak, sınıftaki tepkim ve tanıdığım ağabeylerin tavsiyesi ile Yeni İstiklal’in sürekli okuyucusu ve taraftarı oldum… Sonraki yıllarda Bugün gazetesi çıkartıldı, aynı şekilde o gazeteyi de okumaya başladım.

Aradan yıllar geçti lise bitti. Üniversite son sınıfta 12 yıllık memuriyetten sonra bizde gazeteciliği meslek olarak seçtik. Aslında gazeteciliği seçişimde küçük yaşlardan itibaren gazete ve kitap okumaya merakım etkili oldu. Ancak, geçen bu süre içinde Eygi ağabey ile bir defa yüz yüze yakın temasım oldu. O da Sultanahmet’teki evinde yaklaşık bir saati aşkın kendisini dinledik. Hâlbuki 20 seneyi aşkın aynı gazetede yazıyor olmamıza rağmen o görüşme tekrarlanamadı.

Vefat haberini aldığımda yürekten etkilendim. Geçmişe dönük düşüncelere daldım. Bugün gazetesinin düzenlediği toplu sabah namazlarına kadar pek çok olay gözümün önünden geçti. Mehmet Şevket Eygi ağabey hayatımda etkilendiğim isimlerden birisidir. Allah gani gani rahmet eylesin, mekânı cennet olsun.