İnsana yaratıcı tarafından verilen en büyük nimet akıl mıdır?..

Bu soruya çok kimse, 'evet' cevabı verir. Doğrusu ‘hayır’ cevabını veren duyduğumu hatırlamıyorum.

Yine doğrusu benim bu soruya cevabım ‘evet’ değil, hiçbir zaman da olmadı.

Çoğunlukla şu ifadeye rastlanır: ‘Allah insana akıl vermiş, nasıl yanlış yapar ki'?

Evet, toplumda bilinen, herkesin yanlış diyeceği yanlışlar yok değil elbette. Bu gibi yanlışlara düşenler için herkes, “Allah akıl vermiş!” veya “Aklı yok mu!” yapmasın gibi ifadeler kullanılır. Mesela içki içmek gibi.

Yalnız, herkesin farklı düşündüğü, birbirine zıt algılar vardır. Yani mesela kiminin ak dediğine kimi kara diyebiliyor. Tabi tersi de.

Çoğu kere 'Aklın yolu birdir.' ifadesini de duyarız. Ancak bunu genelleyemeyiz. Çünkü farklı ortam ve platformlarda aynı durum söz konusu olmayabiliyor.

O halde aklı hangi kategoride değerlendirmek icap eder sorusuna muhatap kalırız?

Konuyu şöyle açabiliriz: Yaratılışta insanın fıtratına dört temel meleke programlanmıştır. Bunlar, nefis, irade, şuur ve akıl nimetleridir. Bunların hepsi önemlidir ancak en önemlisi hangisidir onu irdelemek lazımdır.

Nefis insandaki isteme melekesidir. O, isteklerinin karşılamasını bekler. Yalnız nefsi sadece ihtiyaçlarnın karşılanması ilgilendirir. Yani nefis, helal- haram ya da iyi-kötü gibi ayrımları yapmaz.

Nefsin arzusunu yerine getirecek olan, insandaki cüz-i irade melekesidir. Cüz-i irade nefisten mesaj aldığı an şu iki baskıya maruz kalır. Şeytan ve şuur melekesi.

Burada şeytan ile ilgili kısa bir bilgi vermek icap eder. Hicr Suresi 26-50. ayetlerde İblis'in kovulması mevzuu bildirilmiştir. O, itaatsizliğinden dolayı kovulunca, Âdem'in zürriyetini saptırmak için Rabbinden müsade almıştı. Sonra Hadis-i şerifte ifade edildiği üzere kendi avanesi olan cinlerden her bir insan için bir şeytan görevlendirmişti. Bu durum, Kıyamet'e kadar böyle devam edecektir.

İşte nefisten iradeye mesaj geldiği zaman şeytan hemen devreye girer ve o, haramı ve de kötülükleri telkin eder. Öte yandan insana verilmiş olan şuur melekesi de helâl ve iyilikler yönünde cüz-i irdeye baskı yapar. Burada kilit nokta şuurun güçlü veya zayıf olması durumudur. Bu ise insanın Rabbine kulluk nispeti ile alakalıdır. Yani insan kulluk vazifesini yerine getirdiği ölçüde güçlü bir şuura sahip olabilir.

Cüz-i irade maruz kaldığı bu iki zıt tazyikten hangisinin etkisi altında kaldıysa kararını o yönde verecektir. Yani nefsin talebini ya helâl ya da haram yoldan karşılama kararını verecektir.

İşte akıl melekesi, tam bu aşamada devreye girer. Yani cüz-i irade kararını akla havale edecektir. Aklın buradaki vazifesi, karar yönünde veri toplaması ve o ihtiyacın tedarik yöntemini hazırlamasıdır.

Basit bir örnekle konuyu daha anlaşılır hale getirip mevzuu kapatalım. Mesela nefis elma yemek istesin. Tabi temin görevi cüz-i iradededir. Eğer şuur melekesi güçlü değilse, şeytan hemen devreye girer haram yolu yani çalmayı telkin eder; şuur güçlü ise helâl yoldan yani ücreti mukabili temin etmeyi... Şu haliyle karar netleşince iş akla havale olur. Şayet şeytan baskın çıktıysa akıl manava gidip, manav diğer müşteri ile ilgilenirken, elmanın çalınması yönünde bir plan hazırlar. Yok eğer şuur baskın çıktıysa bu defe bedelinin ödenerek temin edilmesi planını hazırlar...

Şimdi akla gelebilecek her hususu bu örnek üzerinden sorgulayabilirsiniz. Allah'ın varlığından yaratılışa, insanın varlığından beşeri ilişkilere nefsin hertürlü arzusunun nasıl karşılanacağını düşünebilir, tefekkür edebilirsiniz

Sonuç olarak, şayet akıl doğruyu bulma melekesi olsaydı, yeryüzünde adalet kendiliğinden tesis olurdu. Olmadığına göre bir eksiklik var demektir. O eksiklik şuur eksikliğidir. Tamamlamak ise kulluk vazifesini yerine getirmekle mümkündür.

Evet, şu halde silbaştan hayatı bir kez daha sorgulamaya ne dersiniz?..