Türkiye’nin Rusya’dan aldığı S-400 füze sistemlerinin ülkemize gelmeye başlamasının ardından ABD ülkemize bir takım yaptırımları harekete geçirirken, aynı zamanda Kıbrıs Rumlarına yeni silah satışı kararı alıyor. Bir yandan ülkemizin ihtiyacı olan savunma sistemlerini parası karşılığında (satmayan) vermeyen, yıllarca ülkemizi oyalayan ABD bu ihtiyacımızı Rusya’dan karşılamak için harekete geçtiğimizde tehditler savurmaya başladı. Hem de parasının önemli bir bölümü ödediğimiz, üreten şirketin ortağı bulunduğumuz F-35 uçaklarını teslim etmeyeceğini ve bu uçaklarla ilgili pilotlarımızın eğitimini durdurduğunu açıklarken, öbür yandan Kıbrıs Rumlarına yeni silahlar satışını onaylıyor. Buna tehdit denilmezse ne denilir bilmiyorum. Bir bakıma Güney Kıbrıs Rumlarını silahlandırarak size karşı kullanırız anlamına gelen bir adım atıyor. ABD’nin Güney Kıbrıs Rumlarına silah satışı ile ülkemize yönelik ambargosu bir gazetemizin ifadesiyle “zaman ayarlı yaptırım”ı aslında ülkemiz için yeni bir tavır değildir. Çünkü ABD geçmişte de Kıbrıs Rumlarının yanında yer alırken ülkemize yönelik bir takım ambargoları devreye sokmuş, uçaklarımızın lastiklerini Rahmeti Kaddafi karşılamıştı. Bu bakımdan ABD’nin Rumlara yönelik sevgisi yeni değil. Aslında ülkemize ve İslam dünyasına karşı Haçlı ittifakı yüzyıllardan bu yana devam ediyor.
Bir başka gazete de söz konusu haberi, “Türkiye’ye ambargo, Rumlara yeni silah” başlığı altında verirken aslında aynı gerçeğe dikkat çekmiş oluyor. Doğu Akdeniz’deki deniz altı aramalarına ülkemizin katılması ile birlikte aslında ABD ve AB ülkeleri ortak tavır koymaktadırlar. Burada da Haçlı ittifakı ortaya çıkıyor. Çünkü Kıbrıs Rumları Akdeniz’de çıkartılması ihtimal dâhilinde olan bir takım zenginlikleri kimseye sormadan ve Kıbrıs Türkleri ile Türkiye’nin haklarını dikkate almadan ABD ve AB ülkelerine ait şirketlerle anlaşmalar imzalarken sesleri çıkmayan, bu yapılanı Rumların hakkı olarak görenler sıra Türkiye’nin aynı bölgede sondaj çalışmalarına başlamasına gelince adeta bir yerlerine iğne batırılmışçasına zıplıyor, seslerini yükseltiyorlar. Kısacası, Haçlılar dün Türkiye ve İslam dünyası söz konusu olduğunda nasıl davranıyorlardı ise bugün de aynı tavrı sergiliyorlar. Bize de bu tavırları protesto etmek düşüyor. Protestodan anlamadıklarına göre sanıyorum yeni bir tavır geliştirmek gerekiyor. En azından bundan sonra olsun bu Haçlı ittifakı üyelerini dost ve müttefik olarak nitelendirmekten vazgeçmemiz şart. Bunu yapmadığımız/yapamadığımız sürece dün olduğu gibi bugün ve bundan sonra da bu ilişkilerden zarar görmeye devam edeceğiz.
Haçlılardan gördüğümüz her itham, dışlanma ve ambargonun ardından karşı açıklamalar yapmak gerekli olmakla birlikte yeterli değildir. Kesin olarak biliyoruz ki, Haçlı ittifakının laftan anlaması söz konusu değil. Bu bakımdan artık ABD başta olmak üzere Haçlılarla ilişkilerimizi gözden geçirmek, bizim de bir takım karşı tavırlar ortaya koymamız gerekiyor. En azından NATO ile ilişkilerimizi, bunun da ötesinde AB’ye yönelik üyelik beklentilerimizi gözden geçirmek durumundayız. Hatta ticaretimizin ve ekonomimizin dolara bağımlılıktan kurtarılması için atılabilecek adımlar üzerinde kafa yormak, kısa vadede olmasa bile orta vadede bir takım adımları atabilmeliyiz. Bunları atmıyor, atamıyorsak da toplumla bunun sebeplerini paylaşarak, atacağımız adımların sonuçları konusunda toplumun desteğini almak gerekiyor. Şahsen toplumumuz yapmayı düşündüklerimize inandırıldığı takdirde elinden gelen fedakârlığı yapacaktır. Bunu 15 Temmuz darbe girişiminde göstermiştir. Artık Haçlılara kendimizi beğendirmemizin mümkün olmadığını görmek durumundayız.