Yazdan kalan günlerin teraslarında nakışlandığı.
Çoğunun köşede, şömine, barbekü, mangal takımları.
Mermer ya da ince tenekeden.
Çelik semaverler, çocuk bisikletleri.
Bir masa etrafında konuklarını bekleyen ahşap ya da plastik sandalyeler.
Rüzgârda dalgalanan küçük boy bayraklar.
Ya da evlerin duvarına monte edilip yağlı boya ile kırmızıya boyanmış zeminde Ayyıldızların parladığı.
Kimisinin köşesinde turşu bidonları.
Kaldığım tepenin en sivri yerine konuşlanmış bir konuttan neredeyse uçak pisti gibi evlerin damlarına bakmaktayım.
Bahçelerin bittiği bir devirde,
İnsanlar yine de çözüm üretmişler.
Teraslarda soğuklara güç yetiremeyip kurumuş sardunyalar,
Köşesinde şelalenin durduğu bir ev daha fazla iç açmakta, sıcak günlerin buğulu güzelliğini anımsattığından.
Aslında karşısındaki tepeye dev bir yapay şelale kondurmuş yerel yönetim.
Ev alma yaşının gittikçe yükseldiği bu konutlarda muhtemelen orta yaş ve üstü oturmakta.
Çoğu beş katı aşmayan boyutlarıyla yine de toprağı görebilmekteler.
İstanbul’ a göre kışın havası çetin Ankara’nın.
Bu yüzden evlerin önündeki arabalara kalın naylon örtüler örtmüşler.
İstanbul’ da bu hiç olmazdı işte.
Donmasın diye herhalde eksilerde seyreden havadan ötürü.
İlle de parklar.
Çocuk parkları, basketbol sahaları, jimnastik aletleri ile spor parkları.
Şehirde deniz olmamasından mı; yeşillendirme, ağaçlandırma, peyzaj parkları, başarılı.
İnce bir koridor halinde, dikey bir parka hayran oldum.
Yola kadar devam edip, yatay cadde ile çerçeve çizilen park,
Cadde geçilince yine boylu boslu ağaçları ve üzerindeki kuş sesleri ile birkaç kesinti ile devam etmekte ve çok albenili idi.
Tabii Anka Park’ ın hali ayrı bir içler acısı.
Herhalde Ankara’nın parkları içerisinde, en zavallısı şu anda o.
İçindeki devasa oyuncaklar çürümeye terkedilmiş.
Biz niye bu kadar kindarız acaba, elimize ne geçmekte.
Çocukların geleceğinden çalarak, siyasi hasmımızın başlattığı projeyi gözüm görmesin diyebilmekteyiz.
Bu vatanseverlik değil işte, halk düşmanlığı.
Keşke çocuklarımız o devasa oyun parklarındaki oyuncakları kullanabilse idi.
İstanbul’ da da bir caminin başına aynı trajedi geldi.
Üstelik aynı partiden bir önceki belediye başkanının başlattığı cami, dört yıldır demirleri bağlanmış duvarları giydirilmemiş beklemekte.
Sanki iskeletine et giydirilmemiş bir hayalet gibi durmakta.
Bu husumet hiç sağlıklı değil.
Ankara’da günübirlik uğrayışlardan sonra ilk uzun süreli kalışım.
“Etlik Bağları” ile de tanış oluşum.
Tıpkı “Meram Bağları” ya da “Gesi Bağları” gibi eski devirlerden beri hoş ve temiz havası ile insanların teveccühü olan muhitte.
Ankara’nın yokuşları ile ünlü yüksek yerlerinden birinde.
Çok rüzgâr alan bu yer, eski zamanların insanı için albeni merkeziydi.
O temiz hava akımı, insanları kestikleri hayvanların etlerini bu bölgede muhafaza etmeye sevk etmişti.
O zevk sahibi eski insanlar, yazlık bağ evlerini burada inşa ederlerdi.
Hâlâ Ankara’ nın havası en temiz yeri.
Biraz da bu yüzden şehre ironi ile tepelerden bakmakta.
Hâlâ “Etlik” ismini gururla taşımakta.
Bağlar, muhitin isminden cisminden uzaklaşsa da; bir nostalji olarak suni parklarla yaşatılmakta.
Yine de “Etlik Bağları” olarak anılmak istemesini kuvvetle duyumsamaktayım.