Ülkemiz 6 Şubat günü oldukça şiddetli sayılabilecek iki büyük deprem yaşadı. Depremlerin hemen ardından biz de bölgeyi ziyaret ederek mevcut durumu değerlendirip neler yapılabileceği konusunda istişarelerde bulunmuştuk. Ama en önemli mesele bu acıyı yaşayan insanlarımıza nasıl yardım elini uzatmamız ve onların ihtiyaçlarını nasıl karşılamamız gerektiği konusuydu. Daha bir gün öncesine kadar kendilerine göre bir düzeni olan bu insanlar, bir gecede sahip olduklarının büyük bir kısmını kaybetmişlerdi. Onları incitmeden temel ihtiyaçlarını karşılamak uzmanlık isteyen bir yaklaşımı gerektirmekteydi. Bizim kültürümüzde bireyler ihtiyaçlarını alelade bir şekilde dile getirmeyi tercih etmeleri bir yana kanaatkârlık göstererek yardımları başkalarına yönlendirirler. Zaten bölgede ihtiyaç duyulan malzemeler de hep sivil toplum kuruluşları tarafından paylaşılmış, kamuoyuna açıklanmıştır.

Yardım istemek ve ihtiyacını dile getirmek kolay bir davranış olmasa da temel ihtiyaçların bir şekilde karşılanması gerekirdi. Ama gündelik ihtiyaçların giderilmesinin ötesinde yıkımın büyük boyutlara ulaşması sebebiyle uluslararası camiadan da yardım tekliflerinin kabul edilmesi ve hatta yardım ve dayanışma talep edilmesi noktasına gelinmiştir.

Geçen sene Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan bir tanıtım ve propaganda kitabında ülkemizin yaptığı dış yardımlar detaylı bir şekilde anlatılmıştı. Aynı paragraf içinde dış politika atılımlarının yardımlarla ilişkisi kurulurken gizli bir ajandanın olmadığına vurgu yapılmaktadır.

“Ülkemizin dış politika atılımlarının tamamlayıcı bir unsuru olan insani diplomasi faaliyetleri ise insani yardımdan kalkınma desteklerine kadar geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Türkiye, herhangi bir gizli ajandası olmadan dünyanın dört bir yanında yürüttüğü samimi gayretlerle bugün insani diplomasi alanında da bir marka haline gelmiştir. İnsani diplomaside Türkiye modeli, mülteci meselesinden küresel salgınla mücadeleye kadar hemen her alanda dünya için örneklik teşkil etmektedir.” (Türkiye’nin Dost Eli: İnsani Diplomasi, 2022, sayfa 9)

Türkiye’nin dünyanın cömert bir ülkesi konumuna gelmesi de elbette “veren el” olmayı daha üstün gören bir anlayış için önemlidir. Hem dini hem de kültürel olarak yardım etmenin tavsiye edildiği hatta teşvik edildiği bir ortamda herkes kendi durumuna uygun olarak yardım etmeye çalışacaktır. İnsan tabiatına uygun bu davranıştan asıl beklenen şey, bu yardımların karşılık beklemeden yapılmasıdır. Ama şartlar değişince insanlar yardımlara muhtaç hale gelebilir. Burada “düşebilir” kelimesini kullanacaktım ağız alışkanlığı ile ama bu kelime seçimi bile kültürümüzün yardım edilmeyi “küçük görme” olmasa bile arzu edilmeyen bir şey olarak kodlamasının bir işaretidir.

Yardım edilmeyi istemenin psikolojik olarak oldukça zor olduğu bir kültür ortamında hele hele uluslararası camiadan yardım talep etmek hiç de kolay olmasa gerek. Daha birkaç yıl önce bölgesindeki sıkıntılı durumlarda yardım elini uzatan, pandemi döneminde dünyanın pek çok ülkesine sağlık ekipmanları gönderen bir ülke konumundan yardıma muhtaç bir ülke haline gelmek kabul edilmesi gerçekten biraz zor bir durumdur.

Geçtiğimiz hafta New York’un merkezinde Manhattan’da sokaklarda yürüyenler araçlar, üzerine yerleştirilmiş dijital panolarda ülkemizdeki yıkıcı depremin görsellerini görme imkânına sahip olmuşlardır. Burada da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın devreye girdiğini görüyoruz. Sosyal medya aracığı ile “We Stand With Türkiye” (Seninleyiz Türkiye) etiketiyle bir kampanya başlatılmıştır. Türkçe ve İngilizce internet sayfaları da (https://westandwithturkiye.com/) yaşanan acıları ve yıkımı gözler önüne sermektedir. Bir tarafta devletin daha doğrusu hükümetin deprem bölgesinde yaptıkları dile getirilirken öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres başta olmak üzere Morgan Freeman ve Yasmin Levy gibi ünlü isimlerin ülkemize destek mesajları bir video ile site ziyaretçilerine sunulmuştur. Elbette iktidarın bu yıkıcı depremler için “asrın felaketi” tanımlaması bu kampanyada da kullanılmaktadır. İnsanların bilinç altlarına “yaşanan felaketin ne kadar büyük olduğu ve buna müdahale etmenin elbette zor olduğu” algısını yerleştirmeye yönelik bu tutum gözlerden kaçmamaktadır.

Uluslararası dayanışmanın öneminden bahsedilmesi ise iktidarın dış politika alanında özellikle son dönemlerde yaptığı hataların sorgulanmasına yol açmaktadır. Daha yakın zamana kadar komşularıyla sorunlar yaşaması veya bazı ülke liderleriyle bir daha görüşülmeyeceğinin yüksek sesle belirtilmesi hatta bazılarının düşman ilan edilmesi unutulmamıştır. İşine gelince başka ülkelere yüksek tondan konuşulması ancak iç siyasete etkisi bakımından değerlendirebilir. Eğer iç siyasete katkıda bulunuyorsa herkese böyle davranılabilir. Ama bu tutum ülkeye farklı açılardan zarar vermeye başlamışsa “devlet yönetiyoruz” denilerek geri adım da atılabilir.

Düne kadar düşman ilan edilen Birleşik Arap Emirlikleri “hatasını anlayıp dize gelebilir” ya da büyük bir kriz yaşanan Suudi Arabistan ile el sıkışılabilir. Daha da önemlisi iç politikanın ana malzemesi yapılan Mısır ile yakın temaslar bile kurulabilir.

Bütün bu gelişmeler sanki dış politika gibi hayati bir başlığın önemine rağmen iktidarda biraz daha uzun kalabilmek adına yapılmaktadır. Bu ülkelerle ilişkilerin yeniden kurulması tabii ki önemlidir ancak köprüler atılırken de kurulurken de doğru bir yol izlenmediği ortadadır.

Getirdiği fayda nispetinde ülkelerle zaman zaman sorunlar da yaşanabilir, yakın münasebetler de kurulabilir. Ancak dış politikayı iç politikanın oy malzemesi haline dönüştürmek, istikrarsızlığı beraberinde getirecek ve ülkemizi “güvenilir ülke” konumundan çıkaracaktır.

Afetler döneminde uluslararası dayanışmanın öneminden bahsetmek bile gereksizdir. Fakat yaşanan felaketin hemen ardından ilk etapta bir yardım seferberliği başlatılmasına rağmen birkaç gün sonra uluslararası medyada haber niteliğinden bile gerilere düşmüştür. Ekonomik olarak zaten tarihinin en problemli dönemini yaşayan ülkemiz nasıl ekonomi politikalarında ortodoksiden epistemolojk olarak kopmuşsa uluslararası ilişkiler bağlamında da benzer bir süreç yaşamaktadır. Geleneksel olarak karşılıklı saygı ve ortak menfaat ilkesinden ayrılarak hep kendi iç politikasını önde tutan bir dış siyaset kabul edilemez bir noktaya evrilmiştir. Zaten bu kadar ağır bir yıkımla karşı karşıya kalan herhangi bir ülke gerek komşuları gerekse ilişki içinde olduğu uluslararası toplumdan bir talep bile olmadan gereken yardımları alabilmeliydi.

Daha bir yıl öncesinde tüm dünyaya bizim ne kadar iyiliksever ve cömert olduğumuz ilan edilirken üzerinden bir yıl bile geçmeden New York’ta araçların üzerinde enkaz görüntülerini dolaştırmak zorunda kalmak içine düştüğümüz durumu acı bir şekilde göstermektedir. Uluslararası alanda başka ülkelerle iyi ilişkiler geliştirmek “bizim aleyhimize” veya onlara “teslim olmak” onların haksız taleplerini yerine getirmek anlamına gelmez. İyi ilişki kurmak, aksine, karşılıklı ortak menfaate dayalı olarak herkesin lehine olabilecek bir tutumdur.

Dış politika, sarraf hassasiyetiyle yürütülmesi gereken bir alandır. Bu iktidar için maalesef içeriye propaganda yapmak için sıradan bir başlığa çevrilmiştir. Yardım edersiniz, yardım talep edersiniz, kimin başına yarın ne geleceği belli olmaz. Ancak öyle tutarlı bir davranış içinde olmalısınız ki, yardım ederken de yardımı isterken de veya yardım tekliflerini ret ederken de herkes sizi anlayışla karşılayabilsin.

“Günler kullar arasında dolaştırılır” gerçeği daima doğru, gücünün sınırlarını bilen, gerektiğinde risk alabileceğini gösteren bir yaklaşımı işaret eder. Yani her gelişmeye karşı hazırlıklı olunmasını ortaya koyar. Aksi takdirde sık yapılan iniş ve çıkışlar ülkede derin izler bırakabilir. Bir ülkenin gücü, kurumlarının gücü ile ölçülür. Kurumsal aklın olmadığı yerde sorunlarla uzun vadede mücadele edilmesi de mümkün değildir.