Seçimler yaklaşırken siyasi partiler seçmenlerini ikna edebilmek için çeşitli kampanyalar düzenler. Ülkemizde de alışılageldiği üzere özellikle de çok partili rejime geçildikten sonra tüm siyasi partiler ellerinden geldiğince bir kampanya yapmaya çalışır. İlk akla gelen faaliyet belki de 1980 öncesinde daha sık rastladığımız biçimiyle siyasi sloganların duvar yazıları olarak karşımıza çıkmasıydı. Halkı siyasi bilinçlendirmeye yönelik bu faaliyet tüm sene boyunca devam ederdi. Ama seçimler yaklaşınca kendilerini bir dava, bir ideoloji partisi olarak görmeyenler bile en azından şehrin görülebilecek yerlerine pankartlar ve parti bayrakları asarlardı. Elbette parti duyuruları da hoparlör monte edilmiş araçlarla caddelerde ve sokak aralarında parti şarkısı eşliğinde yapılırdı. Her ne kadar bazılarınca ses ve görüntü kirliliği olarak algılansa da bu faaliyetler bizim siyasi geleneğimizin olmazsa olmaz bir parçasıydı. (6 Şubat günü yaşanan deprem felaketinden dolayı bu seneki kampanyadaki sessizlik, olması gerekendir. Bu yıl istisnadır.) Amerikanvari şatafatlı tanıtımlar da kolayca kabul görmüştü. Ama en büyük heyecan her zaman şehrin büyük meydanlarındaki siyasi parti liderinin konuşma yaptığı seçim mitingleriydi. Meydanda toplanan kalabalık, hep o partiye karşı duyulan teveccüh ile eşleştirilirdi. Hatta seçim demek bir nevi bu mitingler demekti. Sanki mitingler olmayınca ülkede bir seçim olmazdı gibi bir anlayış hâkim olurdu. Meydan toplantılarının yanı sıra partinin lideri başta olmak üzere partinin etkin isimleri ile birlikte adaylar seçmenle birebir görüşmeye çalışırdı. Daha çok "esnaf ziyareti" denilen bu faaliyette ise siyasetçi rastgele bir caddede esnafın dükkânına girer kendilerinden isteklerini veya bir beklentileri olup olmadığını sorardı. Ama esnafın rızık kapısı olan dükkânını çok meşgul etmemek ve içerideki müşterilere rahatsızlık vermeden bu ziyaretlerin birkaç dakikayı geçmemesine özen gösterilirdi. Belki sivil toplum kuruluşlarından alınacak randevularla seçmen-siyasetçi görüşmesi daha derin ve detaylı olabilirdi. Karşılıklı müzakerelerle beklentiler daha iyi anlaşılıp not edilebilirdi.

Bu klasikleşmiş yöntemlere ilaveten her parti seçim öncesi vaatlerini içeren bir manifesto veya beyanname de halka sunardı. Bu metnin kısa ve öz daha doğrusu geniş kesimlerce anlaşılır olmasına dikkat edilirdi. Ülkemizde devletten beklenilen hizmetler hep siyasilerden beklenir ve onların seçim öncesi kendilerinden oy istemeye gelmesiyle doğrudan yüzlerine söylenirdi. Bugüne kadar halkımız için bu “hizmet" denilen şey çok önemliydi. Köyüne ya da mahallesine asfalt yol yapılması gibi belediyelerin vazifesi olan altyapı çalışmaları hep merkezi yönetimden beklenirdi. Altyapının yanında seçmenlerin kendileri veya çocukları için iş bulmak, hayat pahalılığının durdurulması veya sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi gibi beklentiler de dile getirilirdi. Seçim beyannamelerinin de tüm bu beklentilere cevap niteliğinde olması için gayret gösterilirdi.

Son birkaç seçimde özellikle iktidar partisi kendisince seçmeni ikna etmeye yönelik bir yöntem geliştirerek mesela "beka meselesi" gibi bir anahtar kavramla kendilerinin seçilememesi halinde ülkenin parçalanacağı gibi hayali bir senaryo ile kampanya yapmıştı. Buna ilaveten seçimleri kazanırlarsa halkımıza "millet bahçesi" dedikleri yeşil alan ve parkları hatta oralara giden halkımıza ücretsiz çay ve kek vaat etmişlerdi. Elbette bu çeşit bir vaat ile seçmenin oyunu almak pek kolay değildi. Ama asıl mesele beka meselesi olunca halkımız bu vaatle pek ilgilenmemişti. Zaten seçim kazanıldıktan sonra sadece birkaç millet bahçesi yapılmış ama çay ve kek unutulmuştu. Daha önemlisi, beka söylemi de bıçakla kesilir gibi kesilmişti. Artık ülkemizin bekasına dair bir tehlikeden hiç bahsedilmez olmuştu.

Geçtiğimiz Salı günü AK Parti önümüzdeki seçimler için "Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar" adını verdiği seçim beyannamesini kamuya duyurdu. Sayın Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisi yaklaşık üç saat boyunca prompterdan 486 sayfalık metinden bazı kısımları okudu. Gerek bu toplantı sırasındaki sunuma gerekse sonradan yayınlanan uzunca metne bakıldığında ilk izlenim, geleceğe dair bir vaat, daha doğrusu umudun olmadığı çarpıcı bir şekilde ortaya çıkmaktaydı. Sayfaları çevirdikçe AK Parti'nin ne kadar uzunlukta yol yaptığı veya kaç tane şehir hastanesi açılışı yaptığı veya kaç okul, kaç üniversite yaptığından bahsediliyordu. Sanki halkımıza, "Bakın bunları yaptık ve bundan sonra hiçbir şey yapmasak da siz yine bizi seçeceksiniz" gibi bir yaklaşım ortaya koyuyordu. Ama ağızlarda "biz yaptık yine yaparız" gibi belirsiz bir söylem vardı. Hâlbuki ülkenin geldiği son durumun müsebbibi olan bir iktidarın, sanki muhalefet partisiymiş de iktidara gelmek istiyormuş gibi bir tavır takınması da kamuoyunun takdirine bırakılmıştır. İktidara gelirken 3Y (Yolsuzluk-Yoksulluk-Yasaklar) ile mücadele sözü verdiği halde yirmi yıldan fazla iktidarda kalıp da halkına yalanlar ve algı ile yoksulluk getirebilen bir iktidarın biraz da olsa mahcubiyet duyması beklenirdi.

Sosyal medyada öne çıkarılan çalışmada ise çok da derinlemesine düşünülmüş planlanmış izlenimi vermeyen "evlenecek gençlerimize kredi imkânı" gibi bir vaat, mesela bugünlerde değil konut almak için sık sık yapılan propagandaya rağmen alınamayan krediler ve yatırım kredilerinin ne kadar imkânsız olduğunu bilen halkımız için çok da heyecan uyandırmamıştır. Gençlere ayda 10 GB ücretsiz internet vaadi, muhalefetin benzer vaadinden çalıntı olmasının dışında "neden sınırsız değil" sorusunu sordurmuştu. Devletin cep telefonu veya bilgisayarlardan alacağı vergilerden vazgeçmesi de daha önceden muhalefet tarafından dile getirilmişti. Ama asıl mesele, işe alımlarda mülakat sisteminin kaldırılmasına dair bir vaatti. Bu mülakat sistemi iyi bir şey değilse neden getirilmişti? Yıllardır KPSS mağdurları oluşturan bu uygulama da diğer vaatlerde olduğu gibi muhalefetin daha önceden duyurduğu vaatlerdendi.

Çok genel olarak AK Parti’nin kendi başarısızlıklarının itirafı anlamına gelecek ekonomiye dair vaatler ise hem çok muğlâk ve nasıl yapılacağına dair en küçük bir açıklamaya yer vermeyen gelişigüzel vaatlerdi. Mesela, enflasyon ile mücadele edeCEĞİZ ve enflasyonu tek haneye indireCEĞİZ, bunu da cari fazla verECEK şekilde yapaCAĞIZ gibi herhangi bir yöntem belirtilmeyen söylemlerin geçerliliği de olmayacaktır. Zaten 2023 hedeflerini gerçekleştirememiş bir iktidarın beş sene sonrası için ihracatı şu seviyeye veya kişi başına düşen milli geliri şu seviyeye çıkaraCAĞIZ gibi sözler de anlamını yitirmiştir.

Bize göre bu metnin en önemli handikaplarından birisi dış ilişkilere dair verilen sözlerdir. Bugüne kadar en başarısız olduğu alan olan dışişleri yine bildiğimiz gibi yere sağlam basmayan uçuk söylemlerle geçiştirilmişti. Hâlbuki "dünya beşten büyüktür" gibi bir söylemin içinin doldurularak gerek komşu devletler gerekse süper güçlerle ilişkilerimizin nasıl haysiyetli ve karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki kurulacağına dair söylemler olmadığı için bu iktidarın seçilirse dış ilişkileri yine eskisi gibi iç siyasete alet edeceğini çok iyi anladık.

Demokrasi ve temel haklar gibi konulara yüzeysel olarak değinilen bu beyanname, iddialı olmaktan uzak bir iktidar partisinin değil de sorunları bile tam olarak kavrayamamış bir muhalefet partisinin beyannamesi gibiydi. Ayrıca bu sadece AK Parti’nin seçim beyannamesiydi. Cumhur İttifakı’nın başta Milliyetçi Hareket Partisi ( MHP) olmak üzere diğer partilerinin bu beyanname ile ilgili kanaatleri nedir bilinmiyor. Millet İttifakı’nın “Ortak Politikalar Mutabakat Metni” gibi herkesin taşın altına elini koyduğu bir yol haritası varken, Cumhur İttifakı’nın sadece AK Parti üzerinden beyanname yayınlaması bu birlikteliği sorgulamak için başlı başına yeterli bir sebeptir. İktidarın artık gündem oluşturamadığı, muhalefeti takip etmek zorunda kaldığı, Millet İttifakı’nın vaatlerine yetişmeye çalıştığı bir ortamda değişim artık kaçınılmaz bir noktaya gelmiş demektir. Yani sonuç olarak bu beyanname, AK Parti’nin muhalefete hazırlık beyannamesi olarak kayıtlara geçmiştir.