Bir konuyu iki gün üst üste konuşamıyoruz. Gündem baş döndürücü bir hızla değişiyor. Biri bitmeden diğeri başlıyor. Herkes bildiğini zannediyor, herkes her şeyin farkında olduğunu iddia ediyor ama problemlerimizin üstesinden bir türlü gelemiyoruz. Sürekli mevzi kaybediyoruz.

Karşılıklı güven duygumuz zedelendiği için de toplumsal barışımızın altı oyuluyor. Futbol maçlarından tutunuz televizyondaki tartışmalara kadar, ne olursa olsun galip gelmeye odaklanmış bir anlayışla günlerimizi geçiriyoruz. Bu başarılı(!) sonucun nasıl elde edildiğinin de kimse için bir önemi yok. Vurulanlar, kırılanlar, haklarına girilenlerin hepsi görev zararı olarak kabul ediliyor. Olur böyle şeyler denilerek, kul haklarına yapılan müdahaleler normal olarak görülüyor. Sürekli sorun biriktiriyoruz. Geride bıraktığımız günler problem mezarlığına dönüşüyor.

Soru şu; birbirine hakareti iletişim metodu olarak seçenler ego tatmininden öteye geçebilirler mi? Eskiden TV’deki tartışma programlarından bir şeyler öğrenilirdi. Kamuoyu farklı bakış açılarından haberdar olur ve bilgilenirdi. Ancak şimdi bu mantıktan uzak programlar sözlü dövüş sanatlarından izleri ekranlara taşır oldular. O yüzden izlenme oranları düşüşe geçti.

Çocukluğumuzda karşı komşumuz Halk Partili İsmail amca idi. Sakalı göğsüne kadar inen, günde 5 vakit camiye giden ve bizi karşısına alıp Kelime-i Tevhit’i öğreten bir büyüğümüzdü. Annemiz, babamız bir yere giderken bizi onlara emanet ederdi. Bizi kendi çocuklarından ayırmazlar, gözleri gibi bakarlardı. Çocukken kimin hangi partili olduğunun bizim açımızdan bir önemi yoktu tabi ama bugünden baktığımızda anlıyoruz ki, onlar farklılıkların düşmanlık sebebi sayılamayacağını bize yaşayarak gösteren büyüklerimizdi.

12 Eylül öncesi yaşanan sağ-sol çatışmalarına rağmen komşuluk hukukunu koruyan insanlarımız vardı. Evini, ailesini birbirine emanet edebilen komşular vardı. Bugün temel sorunumuz güven duygusunun zayıflamış olmasıdır. Hiç kimse gelinen noktayı hayatın normal akışı içinde kabul ederek teslim bayrağını çekmesin. Ortadaki yanlışlara boyun eğerek bu yanlışların ayakta kalmasına dolaylı da olsa rıza göstermesin. Birbirimizden farklı düşünebiliriz. Farklı yol haritaları ile sorunlarımızın çözülebileceğine dair önerilerimiz de olabilir. Bunlar normaldir. Önemli olan bütün bunları düşmanlık sebebi saymadan, her tartışmadan toplum için fayda çıkması umuduyla sorumluluk bilinciyle konularımızı konuşabilmektir. Önyargılardan arınmış bir bakış ile hareket etmek zorundayız. Bizler farklılıklarımızla bir milletiz. Her hâl ve şart altında bir arada yaşamaktan başka seçeneğimiz yok. Ya nefret değil, saygı dilini kuşanacağız, ya da darmadağın olarak hem bugünümüzü hem de yarınlarımızı kaybedeceğiz.

Üstteki yazıyı 8 Ağustos 2017’de yine bu köşede kaleme almıştık. Değerli okurumuz Cemal

Hüseyin Çağlar hafta içi yaşanan tartışmalara atfen yazıyı e-mail olarak gönderdi ve tekrar hatırlattı. Aradan yaklaşık 6 yıla yakın zaman geçmiş ve maalesef aynı sıkıntılar devam ediyor.

Yalnız son iki yılda bir umut kapısı doğdu. Önceleri Altılı Masa olarak bilinen sonrasında ise

Millet İttifakı’na dönüşen Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti,  Deva Partisi, Gelecek Partisi,  İYİ Parti ve Saadet Partisi’nden oluşan birliktelik farklı toplumsal kesimlerin birbirlerine kulak vermesine vesile oldu. Saadet Partisi’nin ev sahipliği yaptığı toplantıların bütün Türkiye’de gündem olması ve cumhurbaşkanı adayının açıklandığı son toplantının da Saadet Partisi’nde gerçekleştirilmiş olması Milli Görüş hareketinin 54 yıla yaklaşan tarihinde ortaya koyduğu uzlaşma kültüründen izler taşıyordu. Millet İttifakı başarılı olduğu takdirde bu Türkiye için çok büyük bir kazanç olarak tarihe geçecektir. Toplumsal barışın tehdit altında olduğu bir dönemde böyle bir birliktelik ülkemiz adına çok önemlidir. Siyasetin dilinin oldukça rahatsız edici boyutlara ulaştığı bir ortamda bütün toplumsal kesimleri Halil İbrahim Sofrası’na davet etmek insanlarımızın birbirlerinin farkına varmasını sağlayacaktır.

Her siyasi partinin, her adayın hedefi tabi ki seçmenin tamamının oyunu alabilmektir. Aynı zamanda bu partiler fiilen böyle bir şeyin mümkün olmadığını da bilirler. Önemli olan bunu hedeflemek ama aynı zamanda destek vermeyenlerle de konuşmayı sürdürebilmek, sorunların çözümünde uzlaşma zeminini aramaya çalışmaktır.

En büyük tehdit zihinsel bölünmelerdir. Bir ülke için bundan büyük tehdit yoktur. Zihinsel bölünmeler asgari müşterekleri yakar, yıkar, yok eder. Bugün Türkiye’nin ihtiyacı Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu dil ve yaklaşımdır. Türkiye bunun farkına varacak, mili irade ötekileştiren, ayrıştıran, kamplaştıran bir anlayışla yola devam edilemeyeceğini sandıkta ilan edecek ve yeni bir döneme geçişi sağlayacaktır.