Allah’ın selamı rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.

Sık sık dile getiriyorum, zaman geçse de anlayışlar ve şartlar değişse de insan aynı değişmiyor. Hepimiz topraktan yaratıldık mayamız bir, bu manada kardeşiz. Kardeşlerimizin kurtuluşu için dünya menfaati gözetmeksizin iman edenlerin çalışma sorumluluğu bulunuyor. “Allah yolunda, gerektiği gibi cihat edin. Sizi O seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi; ceddiniz İbrahim’in dininde olduğu gibi. O size hem daha önce hem de bu Kur’an’da 'Müslümanlar' adını verdi ki peygamber size şahitlik etsin, siz de insanlara şahitlik edesiniz. Haydi, namazı kılın, zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı bağlanın. Sizin Mevla’nız O’dur. O ne güzel Mevla’dır ve ne iyi yardımcıdır.” (Hac 78) Kimileri bu bilinçle hareket edip kendisine verilen vazifenin farkında kimileri değil. Her ne kadar bunu idrak edemezsek de bu gerçeği tüm peygamberlerin yapmış olduğu tebliğ mücadelesinde görüyoruz.

Cenâb-ı Hakk’ın ezeli ilmi ile olacakları önceden bilmesi gereği hesap günü düşeceğimiz durumu haber veriyor. Bugün Allah’ı inkâr edip yalanlayanlara gerçeği, dünyada yaptıklarının karşılığını, ceza ve mükâfatını göstereceğini bildiriyor. “O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir. O gün Allah onlara hak ettikleri cezayı tastamam verecektir ve onlar Allah’ın apaçık gerçek olduğunu anlayacaklardır." (Nur 24 ve 25) Her şey bu kadar apaçık iken yine de meydan okuyup inkâr ediyorlar. Hatta Allah’a inandık deyip O’nun hakkında yalan uyduruyorlar. “De ki: “Allah hakkında asılsız şeyler yakıştıranlar kurtuluşa eremezler.” (Yunus 69)

Müşrikler çeşitli bahane ve gerekçelerle Hz. Peygamber efendimizin davetine karşı çıkıp onu yalanlıyorlardı. Özellikle Mekke döneminde çoğunluk ve güçlerine güvenerek efendimizi vaz geçirmek adına inkârlarına kılıf uyduruyorlardı. Bugün de benzer şekilde sözlerin yükseldiğine şahit oluyoruz. “Dediler ki: “Ey kendisine vahiy gelen adam! Sen kesinlikle cinlere kapılmış birisin!” (Hicr 6) “Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.” (Hicr Suresi 9) Buna benzer yalanlamalar karşısında Allah’u Teâlâ bu ayetlerle müşriklere cevap vererek inen vahyin kendisinden olduğunu beyan ederek Hz. Peygambere sahip çıkıyor ve iddia ettiklerini sözleri reddediyordu.

Ayetlerin tefsirine göz atalım;

Zikir kelimesi, surenin ilk ayetinde geçen ve ikisi de özellikle Hz. Peygamber’in muhatap olduğu ilahi vahiy için kullanılan Kur’an ve kitabı ifade etmektedir. Bu sebeple burada zikir kelimesini vahiy diye çevirmeyi uygun bulduk. Aynı sure altıncı ayette müşrikler alaylı bir ifadeyle, Hz. Muhammed’e (sav) vahiy diye bir şey gelmediğini ima etmişler ve onun bir mecnun olduğunu, dolayısıyla vahiy dediği sözlerin Allah’tan değil cinlerden geldiğini veya söylediklerinin hakikatle ilgisi bulunmayan deli saçması olduğunu ileri sürmüşlerdi. İşte burada “Kesin olarak bilesiniz ki bu vahyi kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz” buyurularak onların bu iddiası açıkça reddedilmektedir. Şu halde burada “zikir”den maksat vahiy, korumadan maksat da vahiy sürecinde ayetlerin ilahi olma özelliğini bozacak şekildeki herhangi bir dış etkiden vahyin korunmasıdır. Böylece bağlamı da dikkate alındığında ayette esas itibariyle müşriklerin vahye yönelik itirazları reddedilmekte, vahyin Allah’tan geldiği ve ona asla herhangi bir ilavenin söz konusu olmadığı ve olamayacağı bildirilmektedir.
Bununla birlikte Taberi, ayeti “Biz muhakkak ki Kur’an’ı koruyup içine onun aslında bulunmayan bir ifadenin, bir yanlışın karışmasını veya hükümlerinde, hadlerinde, farzlarında bir eksiklik meydana getirilmesini engelleyeceğiz” şeklinde açıklamıştır. (XIV, 7); Ayetteki korumayı münhasıran gelecekte vuku bulması muhtemel bir müdahaleye karşı koruma şeklinde anlayan bu yorum, müfessirlerin ve diğer âlimlerin büyük çoğunluğunca da benimsenmiştir. Buna göre daha önceki kutsal kitapların maruz kaldığı ve genellikle tahrif terimiyle ifade edilen eksilme, değişme, bozulma, kaybolma gibi haller Kur’an’ın başına gelmeyecek; Kur’an, Peygamber’e geldiği şekliyle kıyamete kadar varlığını ve orijinalitesini koruyacaktır. Çünkü Kur’an’ı resulüne indiren Allah, onu koruyacağını da vaat etmiştir ve O’nun vaadi haktır, kesindir. Nitekim yazılı kültürün yaygın bulunmadığı bir ortamda gelmiş olmasına rağmen, Allah’tan geldiği ve yazıya geçirildiği şekliyle korunabilmiş tek kutsal metin Kur’an’dır. Peygamber’in ağzından söz olarak dışa yansıdığı günden bugüne kadar bütün Müslümanlar Kur’an’ı korumayı en kutsal görev bilmişler; başlangıçta daha çok ezberleyerek, sonraları da hem ezberleyip hem de yazıya geçirerek asli şekliyle bugüne aktarılmasını sağlamışlardır. Çeşitli yazım imkânlarının, özellikle dijital ortamın geliştiği günümüzde ve bundan sonraki dönemlerde ise kuşkusuz Kur’an metninin korunması daha kolay olacaktır.
Ayetin “...ve onu mutlaka koruyacak olan da yine biziz” kısmında, korunacağı bildirilenin Hz. Peygamber olduğuna dair görüşler de vardır. Nitekim yüce Allah, son derece elverişsiz şartlar içinde ortaya çıkıp İslam’ı yaymaya çalışan resulünü pek çok zorluğa, amansız düşmanların baskı ve zulümlerine karşı korumuş ve sonuçta hiçbir peygamberin ulaşamadığı genişlikte başarılar gerçekleştirmesini sağlamıştır. Kuşkusuz Peygamber’in korunması, dolaylı olarak vahyin de korunması anlamını içerdiğinden her iki yorumu birleştirmek mümkündür.
Kaynak: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 335-337

Bugün birilerinin çıkıp onu çağın gerisinde görüyoruz, İslam’ı güncelleyelim bazı ayetleri değiştirelim diyerek tahrif etmeye niyet ediyorlar. Derdiniz Allah’ın ayetlerini anlamak ve yaşamak değil, bilakis düşmanlık edip tıpkı kendi kitabınızı tahrip ettiğiniz gibi sapkınlığınızı arttırmak ve onu ortadan kaldırmak. “Şüphesiz ki kâfirler sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Nisa 101) Tarafınız ve niyetiniz belli.

Bilin ki o Kur’an bizzat Allah’ın koruması altındadır. “Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır. O halde, kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir” (Bakara 256) İman ile küfür kesin olarak birbirinden ayrılmıştır. Ancak siz kendi bakış açınızı değiştirin, bilin ki kurtuluşunuz Kur’an’a uymakla mümkün olacaktır. Onu kendinize uydurarak değil. Apaçık ve değiştirilmesi mümkün olmayan ayetler karşısında halen iman etmeyip inkâr ediyorsanız, Allah’ın nurunu söndüremezsiniz. “İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak!" (Saf 8)

Vesselam!