1 - Lozan Barış (!) Antlaşması
Birinci Dünya Savaşı sonrası Çanakkale'de zafer kazandığımız halde müttefiki olduğumuz devletlerin mağlubiyeti, bizim de yenik sayılmamıza neden olmuştu. Bu ise Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin sonu anlamını taşıyordu. Ülke, dört bir yandan abluka altına alınmış, başta İstanbul olmak üzere kısmi işgallere maruz kalmıştı.
Bin yıldan beri özgür yaşayan bir Millet'in esarete boyun eğmesi olur şey değildi. Bunun için 23 Nisan 1920'de Kurtuluş Mücadelesi başlatılmış ve bütün imkânsızlıklara rağmen inancın ve azmin neticesinde işgal güçleri Anadolu topraklarından atılmıştı.
Sırada yeni Türkiye Devleti'ni kurma çalışmaları vardı. Ancak öncelikle Batılılarla barış yapılmalıydı. Nihayet 20 Kasım 1922'de Lozan'da görüşmeler başlatıldı. Batılıların talepleri, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı ruhuna aykırıydı. Savaşla ülkemizi parçalayamadıkları için masa başında amaçlarına ulaşmak istiyorlardı. Dertleri sadece toprak değil, Türk milletini değer yargılarından da koparmaktı.
Bu Millet, kanının son damlasına kadar savaşır, ancak ne ülkesinin işgaline ne de Milli ve Manevi değerlerinden koparılmaya rıza gösterirdi. Bunun bilincinde olan Türk barış heyeti, Batılıların isteklerini kabul etmediler ve bu vesileyle 4 Şubat 1923'de görüşmelere son verildi.
Ne yazık ki ileri gelenler, Millet gibi düşünmüyor, bir an evvel devlet olmanın yollarını arıyorlardı. Bunun için de taviz vermek gerekirdi. Nihayet 23 Nisan 1923'de Lozan'da görüşmeler yeniden başlatıldı. Takvimler 24 Temmuz 1923'ü gösterdiğinde ise topraklarımızdan ve kutsal değerlerimizden birçok tavizler vererek antlaşma imzalanıyordu.
Bu tarihler, sıradan tarihler değildi. Lozan'da yeniden görüşmelerin başlatılması çok büyük bir tevafukla Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılış yıldönümüne rast gelmişti. 23 Nisan 1920. Anlaşmanın sağlandığı ve imzaların atıldığı gün ise yine büyük bir tevafukla Devlet-i Aliyye-i Osmaniye'nin bekası adına ilan edilmiş olan II. Meşrutiyet'in (1908) açılış yıldönümüne denk gelmişti. 24 Temmuz 1923. Bunlara rastlantı demek kanımca biraz saflık olacak. Bu tarihlerin seçilmesi Batılıların İslam'a ve Türk Milletine besledikleri kinin belirtilerinden başka bir şey olamaz.
Lozan, Türk milleti için bir hezeyan olmuştur. Bu yüz karası antlaşma Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı şehit ve gazilerine ihanetten başka bir anlam taşımamaktadır. Oysaki Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Gazi Mustafa Kemal, 24 Nisan 1920'deki Meclis'in I. açılış konuşmasında Türkiye sınırlarını şöyle çiziyordu:
"Efendiler, Ateşkes antlaşmasının 30 Ekim 1918 tarihinde çizilen hudut, sınırımız olacak. Batı sınırı, bildiğiniz gibi Edirne'den geçiyor. Doğu sınırı Kars, Ardahan ve Artvin'i içine alacak şekilde göz önüne getiriniz. En büyük değişiklik güney sınırımızda olmuştur. Güney sınırımız, İskenderun'un güneyinden başlar, Halep'le Kadıma arasında Cerablus köprüsünde sona eren bir hat ve doğu kısmı da Musul ili Süleymaniye ve Kerkük dolayı ve bu iki bölgeyi birbirinden ayıran hat. Bu sınır sadece askeri gerekçelerle çizilmiş bir sınır değildir, Milli sınırdır."
Oysaki Lozan'la birlikte Hatay dâhil, Kurtuluş savaşında elde ettiğimiz toprakların takriben 1/5'ini masa başında Batılılara terk ediliyordu. Tabii kaybedilen sadece toprak değildi. Batılıların diğer istekleri de kabul edilmişti. Buna göre Batılılar, Adalet Bakanlığımız da 10 yıl süreyle denetleyici olarak müsteşar bulunduracaklardı. (Neden Adalet Bakanlığı? Çünkü 'Adalet Mülkün temelidir.' Amaçları, mülkün taa temeline dinamiti koymaktı ve bunu da başardılar.) Onlar için ikinci şartın gerçekleşmesi birincisinden çok daha önemliydi ve bu emellerine ulaşmışlardı. Bugün dahi bu zihniyetlerinden vaz geçmiş değildirler ve ne yazık ki bugünkü yöneticilerimiz de aynı oyuna gelmektedirler. Oyun ne kelime, işbirliği yapmaktan geri durmuyorlar. Batılıların canı cehenneme de asıl bizim bu oyuna geliyor olmamız doğrusu bizi üzüyor.
Lozan'da barış görüşmeleriyle ilgili gelişmeleri Milli Görüş Lideri Rahmetli Erbakan Hocamız, şöyle dile getiriyordu:
"...Nitekim dönemin İngiliz Sömürgeler Bakanı Lord Gladiston, Lozan'da Kur'an-ı Kerim'i Türk heyetine doğru kaldırarak: 'Bakınız bu görüşmelerde aylardan beri bir adım atamıyoruz. Bunun sebebi açıktır, bu kitaba göre siz, bize ezeli düşmansınız. Buna bağlı kaldıkça bizimle dost olamazsınız, biz de size bağımsızlık veremeyiz. Yok, bağlı kalmayacaksanız anlaşmayı imzalarız, devletinizi kurarsınız, biz de tanırız.' "
Konuyla ilgili İsmet İnönü de tam yarım asır sonra attığı yüzkarası imzanın 50. yıldönümü olan 24 Temmuz 1973'te TRT televizyonundan şunları itiraf ediyordu:
"Benim Lozan'da en büyük güçlüğüm bize olan itimadı sağlayabilmekti. Bize hiçbir zaman itimat etmediler. Biz de açık konuşamıyorduk. Çünkü halkın arzusuyla Batılıların arzusu çakışıyordu. Bize dediler ki Lozan'a Medde koyacağız. Kanunlarınızı kontrol edeceğiz. Biz, memnuniyetle kabul ettik. Lozan'daki bu maddeyle Adalet Bakanlığı'nda 10 sene müddetle birkaç müşavir çalışacak ve uygunluk konusunu tetkik edecekler."
Lozan'ın gizli kararları bir bir uygulanıyor, ağır vergiler konularak zaten yoksul olan halk, daha da yokluğun pençesine itiliyordu. Yoklukla mücadele verirken dini değerlerinden de bir bir koparılıyordu. Ezan Türkçe okutuluyor, Kur-an eğitimi yasaklanıyor, Camiler kapatılıyordu...
Lozan, tahribatını her alanda sürdürüyordu. Medeniyetimiz, kültürümüz, Milli ve Manevi değerlerimiz ne varsa bir bir ayaklar altına alınıyordu. Ancak Türkiye'de 70'li yıllarda başlayıp ve 40 yıla yakın bir süreç devam eden Milli Görüş Hareketi'nin ülke idaresine damgasını vurması, birçok planları altüst etmişti. Kendilerine gelebilmeleri 40 yılı almıştı. Nihayet yeni bir formül üreterek 2004 yılında Türkiye yöneticilerine bir başka yüzkarası imza daha attırmayı başarmışlardı...
Bir sonraki yazımızda da bu konuyu ele alacağız!