12 Eylül 1980 darbesinin en zor günlerinde, bir Cuma günü ezanına beş dakika kala, cemaatin hepsinin camiye geldiği bir zamanda cemaate: “Başınızı kaldırınız ve bana bakınız. Beni iyi tanıyınız. Ben bu şehre yeni tayin edilen vaizim. Geleli iki ay oldu. Bu pazartesi gününden itibaren köşe başında olan Kaymakamlık makamında Kaymakam beyi ziyaret ederek başlayarak bir sene içinde çarşıda dükkanını, bürosunu, muayenehanesini... ziyaret etmediğim kimse kalmayacak. İş yerinize geldiğimde tanımada zorluk çekmemeniz için bir daha bana bakınız” dedim.

Pazartesi günü Kur’an okumaya yeni başlayan eski bir askerle kaymakam beyi ziyaret ettik. Oradan başlayarak hiçbir yeri atlamadan geziyor, vaiz olarak benim yapmam gerekenleri onlara soruyor ve onların yapması gereken şeyleri de ben anlatıyorum.

Komünistliği yeni bırakan, iktisat mezunu bir delikanlı “Hocam, bizi komünist yapan iktisat fakültesinin profesörleri değil. Yarın dükkanına gireceğiniz filandır. Lise yıllarında bizi dükkânında o eğitirdi. Şehrin meydanlarında komünizm adına ben çok bağırdım. Bu bağırmaların tevbesi nasıl olacak?” dedi.

Ben de ona tevbe, günahın cinsinden olur. Nerelerde “En büyük Lenin” diye bağırmışsan oralarda “En büyük Allah” diye bağıracaksın.

Kimlerin komünist olmasına sebep olmuşsan onların İslâm’a dönüşünü sağlayacaksın.

Hangi gazetede yayın yapmışsan o sütunda doğrusunu yazacaksın” dedim ve o günden itibaren benim Cuma vaazlarımı kasetten çözerek solcu bir gazetede yayınlamaya başladı.

Ben, gezilerime devam ediyorum ve camiye cemaat topluyorum. Yolumuz, her ihtilalde bir ay içerde yatan komünist diye bilinenin dükkânına uğradı. O, bizim girmeyeceğimizi zannederken biz, o eski askerle beraber giriverdik.

“Birbirinizi tanıyorsunuz. Benim tanıtmama gerek yok” dedim.

-“Tabii tanıyoruz. O bu şehrin kapitalisti, ben de komünistiyim” diye cevap verdi.

-“Ne bu kapitalist ne de sen komünistsin” dedim ve Mevlana’nın bir hikayesini anlattım. Mevlana’nın anlattığına göre bir Türk, bir İranlı, bir Arap ve bir Yunanlı gurbette bir handa bir araya gelmişler. Bakışlarıyla dost olmuşlar. Hepsinin cebindeki para bir yiyecek alabiliyormuş Türk demiş ki “Üzüm alalım. Üzüm hem karın doyurur, hem de gıdalıdır hem de tatlı ihtiyacımızı giderir.”

Arap “Hayır ınep alalım” diyor, Yunanlı “İstavli” diyormuş, İranlı da “Engüri” diyor başka bir şey demiyormuş. Ama birbirlerinin dilinden anlamıyorlarmış. Dört dilden anlayan biri “Verin paralarınızı” demiş ve gitmiş pazardan alıp gelmiş. Açınca hepsi aynı şeyi istediğini anlamış. Hepsi üzüm istiyor ama ayrı dil konuştukları için anlaşamıyorlarmış.

“Sizin ikiniz de bu şehir halkının mutluluğu için çalışıyor ve fikir üretiyorsunuz. İkinizde hain değilsiniz. Ancak sen komünist dil kullanıyorsun, bu da kapitalist dil kullanıyor ve siz aynı şeyi istediğiniz halde anlaşamadığınız için ayrı düşüyorsunuz. İkinizin dilinden anlayan bir vaiz geldi. Bundan sonra ben aranızda tercümanlık yapacağım” dedim.

-  Akıllı bir hocaya benziyorsun. Sana bir sorum var.

Devam edecek