Dün, taksi şoförü benim hoca olduğumu anlayınca konuşuyor, “Hocam, bu millet ne olursa olsun, dinine sahip çıkıyor” dedi.
Ben de, “Nereden anladım?” dediğimde,
“Koronavirüs (Kovid-19) bulaşıcı hastalığının başladığı günlerde camilerin beş vakit namaza kapatıldığı, Cuma namazının cami dışında meydanlarda kılındığı günlerde, bizim ilçede, namaz kılmayan, yanlış birçok işi yapan bazı insanların bile müftülüğe giderek camilerin kapatılmamasını istediklerini duydum” diye anlatıyor.
Hani meşhur ya meyhanede Allah’a söven birine öbür sarhoşun şişeyi kapıp yürüdüğü gibi.
Dinimize göre, Müslüman olan herkes, bildiği kadarıyla dininin adamıdır.
Hocalarımıza ise “din adamı” değil, din âlimi denmelidir.
Camide namaz kıldıran imam efendi de, cemaat de dininin adamıdır.
1959 yılından 1980 yılına kadar İslam enstitüsünden mezunların,
1980 yılından 2023 yılına kadar ilahiyat fakültesinden mezun olanların,
Özel hocalardan dersler alan, diploması olmayan hocaların,
Medrese mezunu hocaların hepsinin toplamının ne kadar olduğunu bilmiyorum ama şu anda sağ olup emekli veya çeşitli kurumlarda memur veya işçi olanlarımızın, kendi işinin başında bulunanlarımızın sayısı iki milyonun üzerinde olduğunu tahmin ediyorum.
Halkımızın yüzde doksan sekizinin Müslüman olması nedeniyle, hepsinin dinin adamı olması hasebiyle, herkes bildiğini en az bir kişiye öğretse dini bilgimiz biraz artacak.
Evinizde oğlunuz ve kızınıza bildiğinizi öğretseniz.
İslam enstitüsü ve ilahiyat mezunu, medrese icazetlisi iki milyon insanımız, bildiklerini en az kırk kişiye anlatsalar her gün İslami aydınlanmamız artar.
İmam hatip okullarından mezun olup yükseğini okumayanların sayısı bu rakama dâhil değildir.
Onlar da işin içine girince hoca başına on veya yirmi kişi düşer.
Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, bize kadar dilden aktarılarak gelmiş ve bilginin nasıl eyleme geçirileceği de davranışlarıyla gösterilmiştir.
Şehrinizdeki icazetli kıraat hocalarına soruverin.
Kıraat imamları olan ashab-ı kiram, ezberinde olan ayetleri, evlerde, dağlarda, ovalarda, savaş meydanlarında, mescitlerde, meydanlarda, işyerlerinde talim etmişlerdir.
Yüz binlerce hadis-i şerifin rivayetini yapan yine ashab-ı kiram aynı yerlerde tabiine hadisleri rivayet etmişlerdir.
Ve hepsi özel eğitim vermişler ve özel eğitimden geçmişler.
Evimiz, dünyanın en mutlu en küçük eğitim kurumu olabilir.
Her gün, herkesin kendi durumuna göre ailenin bir araya geldiği saatlerde, bir saatlerini, baba veya anne veya çocuklardan biri, İslam dininden bildiklerini, aile bireylerine, sıkıcı olmadan tatlı tatlı öğretebilir.
Bu konuda epeyce emek verdiğim bir kitabım yayınlandı.
“Gönül Sohbet İster Kahve Bahane” adıyla CANTAŞ Yayınevi’nden yayımladığım kitabımda 365 güne 365 konu var.
Her gün okuduğunuz bölümde ayetler, hadisler, fıkralar, şiirler ve atasözleri ve tekerlemeler var.
Her sayfanın başında, bulunduğunuz günün tarihi vardır.
Mesela bugün okumak istiyorsunuz, kitabı açıyorsunuz, sayfanın üst tarafında 10 Mart yazısını buluyorsunuz ve o bölümü aileden biri okuyor.
Her gün okuyan değişecek, sırayla okunacak ve okuma bitince herkes kendi anladığını anlatmaya çalışacak.
Bana ait olan sözler, tartışmaya açıktır.
Ayetler ve sahih hadislerin, yalnız tercemesi tartışmaya açıktır.
Dini bilgisi olan herkes bulunduğu dükkan, daire, kışla, karakol, üniversite, tarla, bağ, bahçede eğitime devam edecek.
İlgililer, İstanbul’da olacak bir depremde, nelerin yapılacağını araştırıp hazırlıklarını tamamlamaya ve devamlı hazır beklemeye devam ediyorlardır.
Deprem anında yağmalamanın önüne nasıl geçileceği planı, Amerika’da birinci sırayı alırken, Türkiye’de birçoğumuzun aklına bile gelmez.
Neden?
Çünkü halkımızın çoğunluğu Müslüman’dır da ondan.
Diğer yüzde ikilik gayr-i müslimlerimiz de, komşuluk nedeniyle mıknatısladığımız vatandaşlarımızdır.
Bunun sağlaması işgalci İsrail’de yapılmıştır.
İşgalci İsrail’e dünyanın her tarafından göç eden Yahudiler arasında en ahlâksızı Amerika’dan gelenlermiş.
En beyefendisi de, Türkiye’den göç edenlermiş.
Neden?