İçinde Milli Görüş'ün de bulunduğu bir siyasi irade, 'Yeni Bir Dünya'nın kurulmasına mutlak surette ön ayak olacaktır. İktidar olduğu takdirde, hemen ilk etapta dahi dünyada akmakta olan kanın durması için büyük bir mücadelenin içerisine girecektir. Bu manada büyük bir kararlılık ve cesaretle adım atacaktır.

Tabi bugün reel siyaset penceresinden bakılınca Türkiye'de Milli Görüş'ün tek başına iktidarı, mümkün görülmüyor olabilir. Bu hiç bir zaman iktidar olamaz anlamına gelmez. Yine reel siyaset açısından ve en azından ittifak çerçevesinde bu mümkün. Tabi külli irade sahibi Yüce Allah dilerse her türlü iktidar olabilir. Buna da hiçbir güç engel olamaz.
Önemine binaen şunun altını bir kez daha kalın çizgilerle çizmek gerekir ki Milli Görüş, zihniyeti ne olursa olsun en sağından-en soluna kadar herhangi bir siyasi unsurla, ön şartsız bir ittifak içerisinde girebilir. Zaten Milli Görüş’ün duruşu başlı başına bir ön şarttır ve herkes bunu gayet iyi bilmektedir. İttifak yapmak isteyen de bunun bilincinde olarak hareket eder.

Bunun anlamı şudur: Milli Görüş Türkiye siyasetinin tam merkezindedir. Diğer görüşler ise bir takım nedenlerle merkezden uzaklaşarak, birbirinden farklı istikametlere gitmişlerdir. Diğer bir ifadeyle çeşitli fraksiyonlara ayrılmışlardır. Onlar birbirlerine uzak mesafelerde olabilirler, taban tabana aykırı zihniyetlere sahip olabilirler, ancak hepsi de bir anlamda merkeze yakındır ve fikren de yabancı değillerdir. O nedenle Milli Görüş'ün eylem ve söylemlerini çok da yadırgamazlar. Merkeze doğru yaklaşmaları kendileri açısından da bir sorun teşkil etmez.

Nihayet geçtiğimiz Genel seçimde bunun bariz bir örneği yaşanmıştır. Millet ittifakının merkezinde bulunan Milli Görüş'ün temsilcisi Saadet Partisi, misyonu gereği üzerine düşeni layıkıyla yapmıştır. İttifak içerisinde olduğu diğer siyasi görüşler de doğal olarak buna ayak uydurmuşlardır. Tabi kendi içlerinde aykırı ve çatlak sesler elbette olacaktır, olması da doğaldır.
İşte Türkiye seçmenin bunu bu zaviyeden okuyamaması başta Milletimiz olmak üzere bütün insanlığın kaybetmesine sebebiyet vermiş ve vermeye de devam etmektedir. Bugün Filistin'de yaşanan insanlık dışı hadiselerin ana kaynağı da ne yazık ki budur. Milli Görüşçüler, elbette ki bunun farkındadırlar. Tabi enaniyet gösterip de buradan bir pay çıkarmamak gerekir. Zira bu Yüce Yaratıcının bir lütfudur.

Aslında Milli Görüşçüler, bulundukları konumun ne denli mühim olduğunun elbette farkındalar. Gayet tabii ki görevlerinin de üzerlerindeki yükün ağırlığının da farkındalar. Bir Milli Görüşçü, gevşeklik gösterip de şükrünü sadece zikren ve fikren eda etmek gibi bir düşünce içerisinde olamaz. Vazifesi sadece dua etmek de değildir. Bizzat fiilen eda etmesi gereken görevleri vardır. Onların en başında itaat gelir. Sonra da kendisine verilen daimi ve de lokal görevleri bir hakkın eksiksiz yerine getirmesi gelir.

Yüce Allah, ‘Sizden hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.’ buyuruyor. (A’li İmran/104) Kötülüklerin yok edilmesi yöntemini ise Hz. Peygamber şöyle bildirmiştir: ‘Bir kötülük gördüğünüz zaman onu elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle düzeltin. Ona da gücünüz yetmezse kalben buğz edin. Bu ise imanın en zayıf yönüdür.’ (Müslüm) Zaten kötülükler yok edildikleri zaman yerini iyilikler alacaktır.

‘El ile düzeltme’ muktedir olanın vazifesidir. Şu kadar ki nerede bir haksızlık, adaletsizlik, zulüm yani kısacası münker bir durum varsa onu düzeltme vazifesi muktedir (iktidar) olana düşer. Onun elindedir. Şayet muktedir olanlar görevini yapmıyorsa, bu durumda o görevi yapacak görüşün iktidar olmak gibi bir mecburiyeti vardır. Bir taraftan iktidar olmanın mücadelesini verirken bir yandan da mevcut iktidarı kötülükleri düzeltmeye zorlamak ve de uyarmak vazifesi vardır ki buna da ‘dil ile düzetme’ denir. Ancak o el ile düzeltme kadar etkili olmaz. Bunu da yapamazsa ‘kalben buğz etme’ vardır ki o da imanın en zayıf yönüdür.