Biz Müslümanlar, “Allah vardır, birdir, ortağı ve benzeri yoktur, doğmamıştır, doğurmamıştır, dengi de yoktur” diyoruz.
Bu sözler de bize ait değildir.
Allah celle celalüh, Kitabı Kur’an-ı Kerim'de kendisini nasıl tarif etmiş ve Sevgili Peygamberimiz de o tarifi nasıl anlamışsa biz, ona göre Allah’a iman ediyoruz.
Yahudilerin Hazreti Musa’ya: “Hani; "Ey Musa! Biz Allah'ı apaçık şekilde görmeden sana inanmayız" demiştiniz de, siz bakıp dururken sizi yıldırım çarpıvermişti” (Bakara Sûresi, ayet 55) demişlerdi de cezalarını dünyada çekmişlerdi.
Aynı mantıkla kâfirliği seçen bir kısım öğretmenler, bir zamanlar öğrencilerine “Bakınız, ben varım ve siz beni görüyorsunuz. Kapı, pencere var ve siz görüyorsunuz. Allah da olsaydı görürdünüz” deyince öğrencilerden biri, “Öğretmenim, sizi görüyoruz ama aklınızı ve ruhunuzu göremiyoruz. Yoksa siz akılsız ve ruhsuz musunuz?” der ve susturur.
Şair İsmail Safa:
"İdraki uluhiyyetine var mıdır imkân
Aklın dahi mahiyyetini bilmiyor insan" deyivermiş.
"Akl”ın ne olduğunu kavrayamayan insan, bu akılla Allah'ın zatını kavramaya çalışıyor. Kavrayamayınca en zor yolu seçiyor ve inkâra yöneliyor.
Rabbimiz:
“Gözler O’nu göremez; O, gözleri görür. O, Latif (Her şeye nüfuz eden, gözle görülmeyen, insanlara lütufta bulunan)’tir. Her şeyden haberdardır.” (En’am Sûresi, ayet 103)
Hazreti Ebubekir ile Hazreti Ali (Allah onlardan razı olsun) bu konuda şöyle demişler:
Hazreti Ebubekir:
“Allah’ın mahiyyetini anlayamayacağını anlamak, gerçek anlamaktır.”
Hazreti Ali devam etmiş:
“Allah’ın zatının sırrını araştırmak ise Allah’a ortak koşmaktır” demiş.
Dedem Korkut:
"Yücelerden yücesin
Kimse bilmez nicesin
Görklü (güzel) Tanrı
Çok cahiller seni gökte arar, yerde ister
Sen hod (kendi) mü'minlerin gönlündesin" der.
Necip Fazıl Kısakürek de:
“Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur” diyerek mahiyetinin bilinemeyeceğine dikkatimizi çekiyor.
Firdevsi-i Tusi de Farsça şiirinde:
“Hudavendi balayı pesti tüi
Ne danem çe-i herçi hesti tüi”
Yani, “Yerin göğün Rabbisin. Nesin bilmiyorum ama sen, ne isen osun” deyivermiş.
Yaratanı inkâr çok zor olduğundan, bilim ilerledikçe insanlığın hayranlığı arttıkça, bu kadar düzenli bir şeyi binlerce yıl önce yaratan birinin varlığını kabul etmek zorunda kalıyor ve yaratanı kendi aklı içine hapsederek onun varlığını kendi aklınca kabul edip kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Geçmişte aya, güneşe, ateşe, hayır tanrısına, şer tanrısına, ineğe tapınanlar aslında kendisine tapınan adamın uydurduğuna tapınmışlardı.
Çağımız putperestleri de onlardan farksızdırlar.
Yaratma yetkisini kabul ettikleri tanrılarının yönetme yetkisinin olmadığını iddia ediyorlar.
Biz ise yaratan, yaşatan ve yöneten Allah celle celalüh, kendini nasıl tarif ediyorsa, elçisinin anladığı ve anlattığı şekilde inanıyoruz.
Kendi kafalarına göre tanrı üretenleri bize tarif ederken Rabbimiz:
“En güzel isimler Allah'a aittir. Ona bu isimlerle dua ediniz. O’nun isimlerinde İnkâra sapanları bırakınız. Yakında yaptıklarından dolayı cezalandırılacaklar” (A’raf Sûresi, ayet 180) buyurur.
Kanuni’nin olduğu söylenen şiirde:
“Kaddı yâra kimi ar-ar dedi, kimisi elif
Cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif” diyor.
Yani, o sevgiliyi tarif ederlerken kimi serviye benzetti, kimi elif harfine benzetti.
Hepsinin anlatmak istediği aynıydı ama anlatım şekilleri ayrı diyor.
Mehmet Akif Ersoy merhum, baki olan Allah’ı tarif eden insan, ölümlü olması nedeniyle elinde olmadan kendine benzeterek anlatacak anlamında:
“Bâkîyi beşer her ne kadar etse de tenzih.
Fâniyyeti icâbı, eder kendine teşbih” diyor
Ayrılığa düşmemek için yaratan kendini nasıl tarif etmişse, Rasülü bize nasıl açıklamışsa öyle kabul edilecek.