HABİBE ALPAY AYDIN

“Nikâh benim sünnetimdir. [1]” “Evlenen kişi dininin yarısını tamamlamıştır. [2]”

Hadis-i şerif

Evliliğin, yuva kurmanın bir ihtiyaç olduğunu en güzel ne anlatabilir?

Cenab-ı Allah insanları, birbirlerine muhtaç olacak, birbirlerini tamamlayacak şekilde yaratmış; hayatı birlikte paylaşacak, istek ve arzularını birlikte karşılayacak, hedefe birlikte yürüyecek, mutluluk ve huzuru birlikte yaşayacak kabiliyetlerle de donatmıştır. Bu kabiliyetler, hayatı yalnız yaşayarak değil, sağlam bir aile yuvası kurarak tatmin olunacak özelliklerdir. İnsanın hayatta huzur bulması da buna bağlıdır. Evlilikte iki cins, birbirlerini tamamlar. İki vücut, iki kalp, iki ruh ve iki ayrı şahsiyet birleşir, bir vücut hâline gelir. Böylece iki ayrı kişi, iki ayrı dünya “biz” şuuruyla bütünleşip tek dünya olur.

İslam, aile yuvasının sağlam temeller üzerine oturmasına çok önem vermiştir. Bunu da kuralına uygun bir nikâh sağlar. Nikâh ile oluşan bu dünyada asıl önemli olansa ahlaki değerlerdir. Alçakgönüllülük, sevgi, saygı, dayanışma ve kanaattir. Özellikle ahlak bozuldu mu kutsal bir manası ve değeri olan evlilik kurumu bile çürütülebiliyor.

Evlilik kurumunda bazı tatlar kaçtı bence. Maddi yönler manevi yönlerin önüne geçmiş görünüyor. Hızla koşulan tüketim toplumu anlayışı, yuvaları yuva olmaktan vitrin olmaya eviriyor.

Türkiye’deki eğitim, maddiyat, ev düzme, iş durumlarını düşünürsek, insan kendini 30-35 yaş arası ancak evliliğe hazırlayabiliyor veya hazır hissedebiliyor. Bu nedenle zaten evlilik yaşı modalaşmış şekilde yukarı çıkmış durumda. Neredeyse 30’dan önce evlenmek kerih görülecek hale geldi. Çünkü nikahsız birliktelikler (aslında fuhuş ve fuhşiyat) artık normal görülüyor. Bir de buna ilaveten devletin genç evliliklere çocuk istismarı (18 yaş altını çocuk kabul ettiği için çocuk tecavüzü) olarak bakması, durumun vahametini artırıyor. Bu durumda olup ihbar edilmemişler veya kaçanlar hariç resmi olarak hapiste olan damat sayısı 4 binlerin üzerinde. Bu da çocuk ve ailelerle birlikte en az 20 bini aşkın kişiyi ilgilendiriyor.

Mesela bu konuda Sema Maraşlı; “Genç evliliğe karşı olanlar” (genç yaşta yapılan, teşvik edilen, görmezden gelinen flört, sevgili, duygusal beraberlik, düzeyli ilişki, düzeyli beraberlik, kaçamak, çapkınlık vs. adlarıyla kavramların genetiği ile oynanılarak en çirkin fiillerin sevimli kelimelerle çirkinliği unutturulup normalleştirilmiş olan) “zinaya da karşı mı?” diye soruyor. Çünkü yasa ile 18 yaş altıyla evlenirse peşine düşülüp aile ile beraber ceza verilirken (ki orada da adaletsiz bir şekilde zorla yaptığına hükmedip sadece erkeğe ve erkeğin ailesine ceza veriliyor) kıza veya ailesine rızası olduğu beyanına rağmen ceza vermiyor.

Yine Maraşlı, Aleyna Tilki adlı aynı yaşlardaki çocuk şarkıcı 30’unun üç beş yaş üstündeki sevgilisiyle olan (onların birliktelik dediği) zinasını boy boy magazin fotoğraflarıyla belgelediği halde ne sevgilisine, ne sevgilisinin ailesine, ne boy boy fotoğraflayarak nikâhsız bir birlikteliği öven medyaya ne de yasaların çocuk kabul ettiği Tilki’nin kendinden yaşça oldukça büyük sevgilisiyle olan ilişkisine razı olup ses çıkarmayan ailesine ceza vermiyor diye de örnekliyor. “Bunun adı adalet değildir. Devletin zoru evlilikle mi?” diye de ekliyor.

Oysa İslam evlilikte birçok diğer şart ile beraber rızayı esas alır ve ortada bir suç varsa iki tarafa birden adilane cezasını verir. Bunu da toplumu ve nesilleri korumak adına yapar.

Nişanlıyken dahi bunu nikâh akdinden ayrı tutarak yakınlık sebebi saymaz. Çünkü nişan İslam’a göre nikâh değildir. Çifti birbirine helal kılmaz. Nikâhsa evlilikten ayrı, farklı bir şey değildir. Nişan, İslam hukukunda “hıtbe”, “bir kadınla evlenme talebinde bulunma, evlenme iradesini açıklama” kelimesiyle ifade edilmiş, bizim örfümüze ise “nişan” olarak geçmiştir.

Birçok problemi beraberinde getirdiği için uzun tutulmaması önerilmekle beraber bu süreç, İslami sınır ve şartlara riayet edilmek suretiyle her iki tarafa da ahlak, mizaç ve yatkınlıklarını inceleme fırsatı vereceği gibi sınırlara riayet edilmezse meş’um vakalara da yol açabilir. Açabilmektedir.

Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Dr. Burhan İşliyen Hoca aileyi tehdit eden iç ve dış faktörlerden bahsederek iç tehditlerin başını Peygamberimizin “Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır” hadisi ile işaret buyurduğu dünya sevgisinin çektiğini söylüyor. Bu dünya sevgisinin, gerek evlilikte gerek düğün-nikâh merasimlerinde hangi popüler modalaşmış eylemleri içerdiğini örnekleyeceğim. Ancak öncelikle Burhan Hoca’nın iç tehditlerin ikincisini dillendirmek istiyorum.

Burhan Hoca’nın ikinci iç tehdit diye ifade ettiği nokta, yıllar içinde benim de çevremde birçok olumsuz örneğine şahit olduğum iki şıkkı içeriyor. İlki; nişanlılıkta rahat gezsin tozsun el ele tutuşsun (güya harama düşmeden nişanlılık dönemini geçirsin) diye yapılan eğreti bir nikâhın, birçok olumsuzluğu da beraberinde getirmesi ki, Burhan Hoca İslami camianın bu düşünce ile yaptığı iğreti nikâha “Flört nikâhı diye bir şey yoktur. Nikâh nikâhtır. Bu iş yapılan yanlışa yeşil elbise giydirmektir.” diyor. Çünkü bu döneme toplumumuzda tarafların vazgeçebilmesi için ön süre olarak bakılıyor. Bu nedenle mesela, kız karşı tarafta bir olumsuzluk görüp vazgeçme hakkını kullandığında bazı erkekler bunu gurur sebebi sayıp kızı boşamamakla cezalandırma, fıkhî açıdan çetrefil ve zorlu stresli bir sürece mahkûm etme, en azından sorun çözülene kadar kızın hayatını ipotek altına alma, başkasıyla evlenebilmesinin önünü tıkama çirkinliğine başvurabiliyor. Bu konuda hassas olan bazı gelin adayları (Allah rahmet eylesin benim Hocam da dahil) yıllarca bu ipotekli hayatın içine kimseye bir şey söyleyemeden sıkışabiliyor. Hele de böyle durumda iki farklı çıkış noktası açık kapının olduğunu bilebilecek bilgiye sahip değilse hayatı cehenneme dönebiliyor.

Bu, işin hassasiyet tarafı. Bir de nikâha hassasiyet ile bakmayanlar var ki, onlar işin sonucu belli olmadan “boşamazsan boşama” diyerek gidip rahatlıkla başkası ile evlenebiliyor. Yani durumun vahameti her şıkta fena.

İşin bir de “Artık nikâhımız var, benim karımsın!” diyerek toplumun henüz nişanlılık diye bildiği dönemde cinsel yakınlaşma isteyen erkek tarafı var ki, en meş’um durum bu noktada oluşuyor. Çünkü İslami hassasiyeti olan kız, bu çağrıya olumsuz cevap veremeyeceğini düşünüyor. Olumlu cevap verişler ise maalesef düğün olmadan ayrılmaları halinde (nişanlısından) hamile olarak ortada kalmasına bile yol açabiliyor. Bu soru ve sorun ile bana gelen kaç tane gelin adayı gördüm inanın şaşarsınız.

Oysa böyle bir durumda İslam’a göre; nikâh kıyılmış ise artık evlilik başlamıştır. Damat kızdan hanımlık görevlerini isteyecek ise ya alıp kendi evine götürecek ya da babasının evinde olsa bile yeme içme dahil tüm masraflarını karşılaması gerekecek veya düğüne kadar kendine malik olup o anlamda bir talepte bulunmayacak. (Tabii bu konu İslam’daki kadının hak ve sorumlulukları alanı bakımından fıkhî sahaya girdiğinden tafsilatlandırmayacak, yazımızı ilgilendiren bu kısmını dillendirmek ile yetineceğim.) Bir de nikâhın fitneye sebep olmaması için Efendimizin (sav) emriyle; mümkünse velîme ile (düğün yemeği) ilanı, duyurulması, gizli bırakılmaması şartı var ki bu da nişanlılıktaki iğreti nikâha ters düşüyor.

Nikâh konusunda maalesef üniversite çevresinde yaygınlaşmış olan mut’a nikâhı ise             (Geçici süreliğine yapılan, Ehl-i Sünnete göre tamamen geçersiz olan nikâhımsı şey’dir.

Günümüzde aile kurumunun temeli olan evlilik, yukarıdan bu yana anlatmaya çalıştığımız veya sınırlı yerimiz sebepli anlatamadığımız daha birçok sebepten dolayı gerçekten de çıkmazda. Çünkü hiçbir şeyin farkında olmayan sadece tüketime odaklı insanlarla evlenmek, işin manevi boyutunu sadece maddi veya duygu boyutuna hapsediyor. Tüketim modası, herkese önce birbirini sonra kendini tükettiriyor.

Evlenmeden önce evliliğin yüklediği sorumluluğu tartışıp öğrenmek yerine her iki tarafça da maddi şartlar öne sürülmesi evliliğe ne gözle bakıldığını da gösteriyor.

2010’lardan bu yana daha da belirginleşen sesleri yükselen bir kesim var ve bu kesim yaygın şekilde ya sözlü ya da fiili olarak “evlilik kurumunun ortaçağdan kalan bir kurum olduğunu ve modasının geçtiğini” iddia ediyor.

Ana fikir olarak bu kesim “İnsan neden ben olarak toplumda tamamen kendi benliği ve kendi özgürlüğüyle bir birey olmasın, cinsel birlikteliğimi niye belediyeye onaylatmak zorunda olayım” diyor ve fazlaca “ben” kelimesini kullanıyor.

“Ben ve moda” bu kelimeler 21. yüzyılın hastalıklı kelimeleridir. Maalesef içinde bulunduğumuz yüzyıl moda üretir, moda tüketir. Yani tüketim pompalar. Oysa insan bir tüketim malzemesi değildir öyle de yaratılmamıştır.

Ben olmak neden bu kadar önemsenir, önemsettirilir? Üzerinde hiç düşündük mü? “Tek başına kendi ayakları üstünde durmak!” Topluma o kadar çok pompalanan bir şey ki “ortalık kendi ayakları üstünde duran hasta “ıssız adamlar” ve hasta “ıssız kadınlarla” dolu.” Özgürlüğün getirdiği yalnızlık, yalnızlığın getirdiği özgürlük ve bu özgürlüğün getirdiği tüketim modası geleceği inşa edecek olan fertleri yiyip tüketmekte. Çünkü 21. yüzyıl insanının doyurmaya çalıştığı egosu koca bir kara delikten farksız. Onu doyurmak da imkânsız. Özellikle sosyal medya ile (kendini züğürt tesellisiyle kandırmak adına) başta evlilik ve kardeşçe sohbet bahanesiyle daha çok insan tanıyan, daha çok insan unutan ama aslında daha çok insan tüketen birey, tüm çiçek türlerini koklama peşinde koşarken (gerçekte hiçbirine tam olarak erişemeyeceği belliyken) belki de bu koşturmaca içinde aradığı, ihtiyacı olan yanı başındaki çiçeği hiç görmeden ezip geçiyor.

Peygamberimizin “Gençler! Aranızdan evlenmeye gücü yetenler evlensin!” hadisindeki emri kapsamında; güç yetirme işinin manevi boyutunu bir kenara ayırarak, maddi çerçevedeki güç yetirme noktasında ailelerin işi zora koşmadan ağır altın, eşya, çeyiz yükleri yahut yeni yeni türetilen israf yüklü düğün-nişan-kına adetleriyle ağırlaştırmaktan vazgeçerek evliliği kolaylaştırmaları gerekiyor. Çünkü Allah “Bir emir veriyor ve içinizdeki evlenmeye elverişli olan bekârları evlendirin!” (Nur Sûresi 32. ayet) buyuruyor.

‘Evlilik adı altında ağır borç yüküne sokun! İslam’ın asla tasvip etmeyeceği israf adetler oluşturun! Sonra da onlarla baş edemeyin bahane edip bekâr kalın!’ demiyor.

Hayırsız, içkici, müsrif, gözü dışarıda, ahlak yoksunu, dinle diyanetle ilgisi alakası olmayan zalim olduğu baştan belli kişileri nefsiniz için kendi iradelerinizle seçip (Kişinin evlendiği kişiyi Allah seçmez bu kişinin kendi cüz-i iradesi içinde yaptığı bir seçimdir.) sonra da size zulmettiklerinde “ne yapalım Allah’ın yazdığı kader böyleymiş” diye suçu Allah’ın üstüne atın, haşa Allah’a zalimlik atfedin de demiyor.

Hele hele; moda akımlara uyun (!) mesela; damadın diz çökerek taşı kafa kadar olmak zorunluymuş havası oluşturulan tektaşlarla evlilik teklif edin/edilmezse koca adayının burnundan getirin (!), Damadın düğünden önce gelini gelinliğiyle görmesi uğursuzluktur deyip iyice Hıristiyanların âdetlerine bulanın (!), gelin çiçeğini yakalayanın önce evleneceği gibi bidat bir itikatla arkadan atın (!), balayı olmadan olmaz deyip pahalı otellerde eşlerin birbiriyle yakınlaşması için en önemli fırsat olan o özel anlarınızı israf içinde geçirin (!), asgari ücretin yerlerde süründüğü ülkenizde düğünlerinizde havai fişeklerle birlikte mübalağasız 10-15 asgari ücret karşılığı parayı havai fişeklerle havaya patlatın (!), internetten sosyal medyadan eş arama (gafleti/hafifliği) modasına uyun (!), yetmedi nasılsa “sanal platformlar bunlar, bir şey olmaz” diyerek reeli-sanalı fark etmeyen Peygamberimizin “İki kişi baş başa yalnız kalırsa üçüncüsü şeytandır” dediği halvet yani yalnız kalma eylemini rahatça üstelik bir beis görmeden uygulayın (!), düğün hazırlıkları mahremdir demeyip kuaförden giyinme işinize videoya çekin onu da düğününüzde cümle aleme gösterip özelinizi teşhir edin (!), tanesi neredeyse et fiyatına denk (bir kısmı geçiyor bile) davetiye-nikâh şekeri sipariş edin (!), gelinlik-nişanlık-kınalıklarınıza şatafat ve gösteriş için milyonları harcayın (!), ilaveten aşırı takı isteyin gücü yoksa gösteriş için ertesi gün geri verilmek üzere takı kiralama komedisine girin (!), ilk dans olmadan olmaz mütedeyyin kesim olarak bu modadan da geri kalmayın (!), hatıra fotoğraf olayını abartıp aşırı pahalı israf yüklü abartılı albüm kutuları (aslında albüm sandıkları demek daha doğru olur) satın alın, kına gecesi için ne kadar gereksiz hediye, aksesuar, elde taşınan minik dövizler varsa hepsinin olmasını şart koşun (!) almak istemeyen damat tarafının burnundan getirin (!)… vs. diye hiç emretmiyor.

Sonuç itibarıyla bugün toplumun içine düştüğü ahlaki çöküntü, Allah’a hesabını nasıl vereceğini umursamadığı israf batağı, empati yoksunluğu durumlarını durdurmak istiyorsak işe aileden, aile kurumunun sağlam temeller ile başlatılmasından başlamalıyız. İşe sorunun kaynağı üzerinde anlaşıp uzlaşmakla başlamalıyız ki çözümde birleşebilelim.

Yoksa bu tüketim çılgınlığı (Allah muhafaza) aile kurumunu ya bitirecek ya bitirecek vesselam!!!

Dipnotlar:

[1] İbn-i Mace, Nikâh, 1.

[2] Taberani, el-Mu’cem’ül Evsat, nr 7643.

Muhabir: Haber Merkezi