NAZMİYE GÜLBAŞ

03-4 Ağustos 1492

İSPANYA'DAN KOVULAN YAHUDİLER OSMANLI'YA SIĞINDI

Endülüs İslam Devleti'nden önce İspanya'ya hâkim olan Vizigot Krallığı döneminde Hristiyan olmayanlara karşı baskılar olmuş, büyük zulüm yaşanmıştı. Vizigot Krallığı'nın zulmünden korunmak için ülkedeki iç çekişmeleri fırsat bilen Yahudiler, Araplardan yardım istediler ve böylece Vizigot zulmünden kurtulacaklarını düşünüyorlardı. Sonuçta İspanya'nın fethi gerçekleşti ve bundan Yahudiler memnuniyet duydu. Yaklaşık sekiz yüzyıl İspanya topraklarında hüküm süren Avrupa'nın aydınlanmasında büyük etki meydana getiren Endülüs İslam Devleti, sadece Müslümanlar için değil başka inanç, farklı ırktan insanların birlikte özgürce yaşamını sürdürdüğü güvenli bir sığınak olmuştur.

Emevi Devleti, Abbasilerce yıkılınca Endülüs kendi bağımsızlığını ilan etti ve tarihte eşine az karşılaşılan bir hoşgörü medeniyeti inşa edilmesine vesile oldu. Endülüs'te Müslümanlar, Yahudiler, Hristiyanlar bir arada yaşıyor, karşılıklı kültür alışverişinde bulunuyorlardı. Endülüs'te ileri gelen sayısız ilim adamı, düşünür yetişiyor, kültür ve sanat alanında büyük eserler meydana geliyor, devasa kütüphaneler kuruluyordu.

Ne zaman ki, iç savaşlar çıkmış, Endülüs İslam Devleti çöküşe geçmiş, Hristiyanlar Engizisyon başlatmış ve Endülüs işgal edilmişti. 1492 yılında Gırnata Benî Ahmer Emirliği düşmüştü. Bu arada Endülüs Devleti Osmanlı'dan yardım istemiş, lakin o sırada Cem Sultan ve Kıbrıs muhasarası gibi mühim sorunlarla uğraşmak zorunda kalan Osmanlı yardım gönderememişti. İşgal altındaki Endülüs'te Hristiyan olmayan herkese akla hayale gelmedik işkenceler ediliyor, din değiştirmeleri isteniyordu, kabul etmeyen idam ediliyordu. Yahudilerin bir kısmı Hristiyan olmuş (gibi yapmış) bir kısmıysa din değiştirmeyi reddetmişti. Din değiştirmeyenlerin bir kısmı yakılmış bir kısmı da ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Din değiştirenlerin ise bir süre sonra takiye yaptıkları anlaşılmış, Kastilya Kraliçesi I. İsabella ve Kocası Ferdinand Yahudileri İspanya'dan kovmak için “Elhamra Kararnâmesi”ni çıkartmış ve 31 Temmuz 1492'de yürürlüğe koymuşlardı. En geç 2 Ağustos'a kadar ülkeden ayrılmayan Yahudiler yargılanacak ve en ağır şekilde cezalandırılacaklardı.

Dünyanın çeşitli yerlerine sığınma talebi isteyen Yahudiler hiçbir yerden olumlu yanıt alamıyor, gidebildikleri yerlerde perişan oluyorlardı. Yahudiler Osmanlı'ya sığınmak isteyince ve Sultan II. Bayazıd merhamet göstermiş, bir ferman yayınlamış, başta Selanik olmak üzere büyük gruplar halinde gelen Yahudilerin İzmir ve İstanbul'a yerleşmelerine müsaade etmişti. Bir müddet genelde zararsız ve huzur içinde yaşadılar.

Yahudilerin ruhani lideri Sabatay Sevi kendinde ilahi bir güç (Mesih) olduğu gerekçesiyle ortaya çıktı. Kabbala öğretileriyle ünü Osmanlı'dan öte Yemen, Şam, Fas, İsfahan, Moskova, Londra, ABD'ye kadar tüm dünyaya yayıldı. Osmanlı Yahudileri ve ticari kazançları sekteye uğrayan kimi Avrupa devletlerinin şikâyet etmesiyle Osmanlı yöneticileri onu İzmir'den İstanbul'a getirerek yargıladı, hapsedildi. Hapsedilmesinin ardından içerden ve dışardan taraftarları hızla çoğalmaya başladı.

1666'da Edirne'de sorgusu sırasında İslam'ı benimsemesi istendi, aksi halde idam edilecekti ve Müslüman olmayı kabul edince serbest bırakıldı. Can korkusuyla Müslüman olan Sabatay Sevi, Aziz Mehmet Efendi ismini aldı. Kendisini takip eden mahkeme sonrası bekleyen kalabalığın büyük kısmı Sabatay Sevi'nin 'Müslüman' olduğunu anlayınca dağıldı, ancak yanılmazlığı kabul eden, 'mesihi' takip eden bir grup 'Müslüman' oldu. Daha sonra “dönme cemaati” denilen grubun temelini oluşturdu bunlar. Başka küçük bir grup da Sabatay Sevi'nin mesihliğine inanmayı sürdürerek Yahudi Sabatayistler adını aldılar. 1673'te bir ayin sırasında dönme olduğu anlaşılınca Sabatay Sevi sürgün edildi. Velhasıl İspanya'dan göçmüş Sefarad denilen Yahudiler hakkında, o dönemden bugüne pek çok önemli stratejik yerlerde, siyasi partiler içinde, devletin bürokrasi kanadında yer aldıkları iddiaları oldu, halen de bu iddialar devam ediyor...

19 Ağustos 1919

AFGANİSTAN BAĞIMSIZLIĞINI İLAN ETTİ

Asya kıtasının en stratejik bölgesinde bulunan Afganistan, fiziki durumu dolayısıyla tarih boyunca karışıklıklar yaşamış, işgallerin merkezinde yer almıştır. Afganistan coğrafi yer olarak denize sınırı bulunmamakta, Orta Asya ve Güney Asya'nın ortasında olması dolayısıyla Asya coğrafyasının köprüsü, anahtarı konumundadır. Çin, Türk cumhuriyetleri, Pakistan, İran, Rusya arasında bulunması hasebiyle sıcak sulara, İç Asya, Hint ve Ortadoğu'ya çıkış üzere tek kavşak noktası durumundadır. Dünyaya hükmetmek isteyen imparatorlardan Pers İmparatoru Dara, Büyük İskender, Timur'a ve günümüze değin Afganistan’da büyük yaşandığını görmekteyiz. 18-19. yüzyıllarda arasında Rusya ve İngiltere arasında askeri, politik, ekonomik kavgalar, çatışmalar meydana gelmiştir. Evvela İngiliz kontrolünde bulunan Afganistan, 1918 tarihinde bağımsızlığına kavuştuktan sonra bu defa da Rusların nüfusuna girmiştir. 1979'da Ruslar Afganistan'ı resmen işgal etmiştir. Dokuz yıl süren bu işgalin ardından 1 milyondan fazla insan öldü, 3 milyonu sakat kaldı, 5 milyonu ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. ABD Rusya'ya karşı ve stratejik konumu dolayısıyla mücahitlere destek verirken diğer yandan pek çok terör örgütünü de Afganistan'da besledi, destekledi ve ileride kendi çıkarları için kullandı, halen de kullanmaya devam ediyor. Pakistan, Afgan mültecilere sınır kapılarını açtı ve yardımlar gönderdi. İslam âleminin de desteğiyle 9 yıllık işgal sona erdi. “1995 yılından 2001 yılına kadarki süreçte; ABD, Pakistan, Taliban, petrol şirketleri, Rusya ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri arasında yaşanan ilişkiler incelendiğinde, 2001 yılından bu yana şiddetli bir direnişe rağmen, işgalin süreci ve nedeni daha iyi anlaşılacaktır.” (Hüseyin Şeyhanlıoğlu) Bugün de coğrafi, stratejik konumu, siyasi, ekonomik, askeri, sosyal dini konumu nedeniyle iç çatışmalar devam etmekte/ettirilmektedir.

31 Ağustos 869

İMAM-I BUHARİ VEFAT ETTİ

İmam-ı Buhari, İslam dünyasının en ünlü hadis âlimlerindendir. Çok keskin bir zekâsı, müthiş bir ezber kabiliyeti vardı. İnce, narin yapılı, uzun boylu, halim selimdi. İlim konusunda çok titiz davranır ve mesnetsiz konuşmak istemezdi. Herkes hakkında yumuşak bir lisan kullanırdı. ''Hiçbir kimseyi gıybet etmemiş olarak Allah’a kavuşmayı arzu ediyorum.'' diyerek, zayıflığını ortaya getirdiği raviler konusunda dahi aşağılayıcı, kötü sözler kullanmazdı. Yalancılığı belli birisinin sözüne dahi, ''Yalan söylüyor'' dememiş ''Bunda ihtilaf vardır'' demiştir. Kişiler hakkında en ağır ifadesi ''hadisi alınmaz'' şeklinde olmuştur.

Asıl ismi Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl b. İbrâhîm el-Cu‘fî el-Buhârî'dir. Bir cuma günü (810) Özbekistan/Buhara'da dünyaya geldi. Öylece İmam-ı Burahi (Buhara'ya) nispet edilmiş, öyle tanınmıştır. Dedesinin dedesi mecusi iken onun oğlu Mugire, Basra Valisi Yeman Cu'fi vesilesiyle Müslüman olmuştur. Dedesi hakkında pek bilgi bulunamazken âlim olan babası, Buhari henüz bebekken vefat etmiş, hadis kitapları Buhari'ye intikal etmiştir. Annesi, duası kabul olan, dindar bir kadın olarak bilinmektedir. Buhari henüz 10 yaşında iken hadislerle karşı büyük alaka göstermiş, Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedî gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başlamıştır. 11 yaşında hocası Dâhilî'nin rivayet esnasında yaptığı kimi yanlışları tashih edince dikkatleri üzerine çekmişti. Ders aldığı hoca sayısının bini bulduğu rivayet edilmektedir. Buna mukabil bini sahih olmak üzere üç yüz bin hadis-i şerifi senetleriyle bildiği rivayet etmiştir. İmam-ı Buhari 16 yaşındayken annesi ve kardeşiyle hacca gitmiş, onlar dönerken Buhari ilim tahsil etmek için Mekke'de kalmıştı. İlme karşı muazzam bir istidadı vardı. Hadisleri halktan işittiği ve kendi araştırmalarıyla büyük bir özenle toplamıştır. Meydana getirdiği hadis eserleri sayesinde Kur’an-ı Kerim'in yanında, hadis düsturunu (ilke) oluşturdu. Senedi zayıf rivayetlere itibar etmediği bilinmektedir. 18 yaşına değin sahabe, tabiinden fetvalar topladı. Mekke, Medine'nin yanı sıra Bağdat, Basra, Kûfe, Kahire, Nişabur, Belh, Merv, Askalan, Dımeşk, Hums, Rey gibi o zamanın bilim merkezlerine giderek başta Ahmet b. Hanbel olmak üzere pek çok âlimden faydalanarak hadis ve başka dini bilgileri öğrendi. On sekiz yaşında ''Kitâbu Kadâya's-Sahabe ve't-Tâbiin'' ile ''et-Târîhü'l-Kebîr'' adlı eserlerini yazdı. ''Tarîhü’l-Kebîr'' isimli eserini Peygamber (sav)’in kabri başında yazmıştır.

İlimde ilerlemek için sürekli dolaştı. Şam'a, Mısır'a gitti. Buhari kendisinden ilim öğrenmek isteyen herkese ilmini esirgemeden verirken, devlet adamları ile arasına hep mesafe koydu, uzak durdu, saraylara gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak gördü, bunun için her türlü zorluğa katlandı. Horasan Valisi Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî adamlarını gönderip eserlerini ondan dinlemek istediğini söyleyip sarayına davet edince daveti geri çevirmiştir. Başkalarının ayağına giderek ilmi küçük düşürmeyeceğini, kimsenin ayağına ilim götürmeyeceğini, istiyorsa ilim meclisine ya da evine gelmesini istedi. Eğer bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini ifade etti ve Peygamber Efendimiz (sav)'in, ''Kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulacağını'' ifade eden hadis-i şerifi sebebiyle, ilmi kimseden esirgemeyeceğini bildirdi. Valinin yalnızca kendi çocuklarına ders vermesi isteğiniyse bilgiyi belirli kişilere tahsis edemeyeceğini gerekçe göstererek kabul etmedi. Bu sebeple vali, diğer ilim (!) adamları vasıtasıyla Buhari'nin ehl-i sünnette uymadığını iddia ettirdi ve sonrasında bu iddialara dayanarak Buhari'yi kendi memleketi Horasan'dan kovdu. İmam-ı Buhari Semerkant'a gitmeye karar verdi ve yola çıktı. Yolu üzerindeki Hartenk kasabasındaki akrabalarını ziyaret ettiği sırada rahatsızlandı ve Semerkant'a gidemeden bir Ramazan Bayramı gecesi orada vefat etti. (31 Ağustos) Ertesi gün (1 Eylül 870 Cuma) orada toprağa verildi.

Buhari 40 yıl boyunca hadis rivayet etmiştir. Hadis tarihi açısından en zengin kaynak sayılan Sahih-i Buhari yalnızca güvenilir hadisleri toplamak amacının ve gayretinin sonucunda meydana gelmiştir.

Eserleri: El-Camiu's-Sahih, (600.000 bin hadisin arasından seçerek, her bir hadisi [ya da babı] yazarken boy abdesti alıp iki rekât namaz kıldığı rivayet edilmiştir) et-Tarihu'l-kebir, et-Tarihu'l-evsat, et-Tarihu's-sagir, Kitabü'd-Du'afa'i's-sağir, Kitabü'l-Küna, et-Tevarih ve'l-ensab, el-Edebü'l-müfred, Halku ef'ali'l-ibad, Ref'u'l-yedeyn fi's-salat. Kitabü'l-Kıra'ati halfe'l-imam. Et-Târîh fî maʿrifeti ruvâti’l-hadîs ve nakaleti’l-âsâr ve temyîzi sikātihim min duʿafâʾihim ve târîhi vefâtihim'dir.

Muhabir: Haber Merkezi