Başlık benim yorumum değil. Tarım Bakanı Kirişci’nin, “Tarımda planlı üretim başlıyor” sözlerinin çağrıştırdığı bir ifade oldu. Mademki Tarım Bakanı, tarımda planlı üretimin başlayacağını beyan etmiş, bu şimdiye kadar tarımda planlı bir üretim yapılmadığını, yakın zamana kadar tarım ürünlerinde kendi kendine yeten birkaç ülkeden birisi iken son yıllarda hemen tüm tarım ürünlerini ithal ettiğimiz hatırlandığında plansızlık ülkeyi tarımsal ürünler alanında bir çıkmaza sürüklemiş ve bu çıkmazdan kurtuluş yolunun planlı üretimden geçişte olduğunu, bu ülkenin sorumluları nihayet hatırlamış olduğu anlamına gelmez mi? Özellikle ülkenin hemen her alanda talimatlarla yönetildiği düşünüldüğünde tarımda planlı üretime geçiş kararı alınması geç kalınmış bir uygulama olsa da hiç olmazsa bundan böyle ilk mercimeği ülkemizden alıp memleketlerine götüren ve çiftçilerine vererek ekime başlayan ülkelerden son yıllarda mercimek ithal ettiğimiz düşünüldüğünde ülkeyi ne durumlara düşürdüğümüzün hatırlanması gerekiyor.
Rusya ile savaş halindeki Ukrayna’dan ve Rusya’dan tarım ürünleri ithal ettiğimiz de düşünülecek olursa tarımda ülkemizi hangi noktaya gerilettiğimiz anlaşılacaktır. Bu noktada bir tarım ülkesi iken nasıl oldu da bu noktaya düştüğümüzün iyi değerlendirilmesi gerekir. Elbette hemen her alanda olduğu gibi yıllardan beri tarım alnında da planı bir kenara iterek, ayak üstü verilen kararlarla tarım alanında her ihtiyacımızı dışarıdan karşılar olduk. Hâlbuki tarım ürünlerinde üretim artışımızı sağlamak için dünyanın yeniden keşfine ihtiyaç yoktu. Bu ülkede uzun yıllar sadece tarım alanında değil, her alanda planlı uygulamalar vardı. Ülkenin o gün için ve gelecekte ihtiyaçları tahmin edilir, ona göre yatırımlar yapılırdı. Ne var ki, son yıllarda planlı yatırımlara ihtiyaç duyulmadı, duyulsa bile gerek görülmedi ve 20 yıllık bir iktidar, öyle anlaşılıyor ki, ülkenin tarımda hamle yapması için planlı üretimden başka yol olmadığının farkına vardı.
Asgari ücretli, ev alabilmek için 30 yıllık maaşını vermek zorunda
Hemen belirteyim ki; ülke sadece tarım alanındaki plansızlığın sıkıntılarını çekmiyor. Son bir iki yıldır yaşanan konut fiyatlarında ve kiralarda fırlama öylesine yükseğe çıktı ki, Türkiye genelinde barınma sorunu her geçen gün derinleşirken, bir asgari ücretli maaşının tek kuruşuna bile dokunmadan 100 metrekare bir evi ancak 30 yılda alabiliyor. Bu da gösteriyor ki, kira öder gibi ev sahibi olmak da mümkün değil. Çünkü bir asgari ücretli 30 yıllık maaşını vermek durumunda kaldığına göre bir evde en az iki kişi çalışıyor olmak durumunda. Geldiğimiz noktada iki kişinin kazancını başka hiçbir yatırım yapmadan alacağı eve ve diğer ihtiyaçlarına bağlaması gerekiyor. Hâlbuki 40-50 yıl önce böyle değildi. 10-15 kişi bir araya geliyor, bir kooperatif oluşturuyor, sigortanın verdiği konut edinme kredisine bir miktar ilave edilerek ev sahibi olunabiliyordu. Yani 30 yıl maaşını vermesi gerekmiyordu. Tüm bu uygulamalar terk edildi, insanların ev sahibi olması hayalden ibaret hale geldi.
Demek istediğim o ki; her fırsatta Cumhuriyet döneminin en büyük başarısına imza atıldığı söyleniyor ama her alanda toplumda bir avuç mutlu azınlık istediğine sahip olabilir ama dar ve sabit gelirliler kira öder gibi değil, ömürleri boyu kira ödemek zorunda kalıyorlar. Kendi evlerinin kapısını açıp girmeleri, kilitleyip çıkmaları da geçmişte kalan bir hatıradan öte gitmiyor. Bu arada sık sık ülkede sıkıntı içinde yaşayanların olmadığı, çarşıların kalabalıktan geçilmiyor olduğu söylemi olsa olsa gerçeklerin üzerine bir örtü çekme görevi yapıyor.