Öldürümlü bir dünya

Abone Ol

Tuhaf bir başlık. Benim için de öyle.

İnsanın kendisini güvende hissetmediği zamanları olur. Huzur içinde birbirine güvenen, hayatın nasıl süreceğini iyi kötü kestirenler olur. Ortam insana belli bir anlamda huzur verir. Güvenli insanların olduğu yerlerde toplumlar bir bütün olarak huzurlu olurlar.

Bir milleti ayrışması değerler bütünün yadsınması, yeni bir hayat anlayışının egemen kılınma arzusu var. Olmaya da devam edecek. Gönümüz hayat anlayışı böyle.

Değişen koşullar, hayat anlayışları insanları arayışlara iter. Yabancılaşmanın yoğunlaştığı bir süreçte, giderek ivme kazanan ve hızlanan bir süreçtir yaşanan. İnsanlar kendilerine giderek yabancılaşıyor. Ayrıksı bir ruh hâli insanlar içinde genelleşiyor. Pıtrak gibi biten ve önüne geçilemeyen ve bir şeyler olan, ona karşı herhangi bir şey de yapılamayan bir durum.

Siyasal gerilimlerin çatışmaların temelinde düşünceden çok çıkarların baskınlaştığını yaşıyoruz. Çıkarlar öncelendiğinden insanlar dünyaya çıkar gözüyle bakıyorlar. Bu da insanları hem kişiliksizleştiriyor hem de tam anlamıyla pragmatist bir ruha büründürüyor.

Fikrin, düşüncenin, kültürün, erdemin olmadığı toplumlarda çıkar ağır basmışsa o zaman artık zorbalıklar ve gayri ahlâkilikler ağır basıyor.

İnsanlar manevî anlamda birbirlerini gözetleyemiyor, birbirlerine yaslanamıyor ve bir dayanışma sağlanamıyor. İyi ve güzel olanda kimse birbirine ayna olamıyor. Yansımalar ve yüzler gerilimli bir hattın üzerinde tedirgin ve korkulu anlar yaşatıyor.

İnsanların içinde şeytanlar dans ediyor. Birbirine dolanan, sarmaşıklar gibi içten içe sarılıp sarmalanılan ve bir türlü de içinden çıkılamayan bir hâle bürünüyor. Çıkış ve kurtuluş için bir çaba da gösterilemiyor.

İnsanlar öldürülüyor, insanlar darp ediliyor, insanlar göz göre göre her yönüyle farklı biçimlerde ortadan kaldırılıyor. Bu insanlar birer av gibi görülüyor. Herkes birbirinin avcısı, kan içicisi.

İnsanı diriltme, hayata kazandırma, onunla birlikte yol alma diye bir durum söz konusu olamıyor. Her katilin bir bahanesi var. Bu hesaplaşmalar insanın içinde gezinen azgınlıklar ve şeytansı ruhlar bir kara bulut gibi üzerlerine çöküyor.

Şerrin egemen olduğu bir yerde kan içiciler, mafya ruhlular, ellerinde silahlarla gezinenler artık bir sıradanlık. Bir kadın ölüyor, bir genç, bir bilim insanı, bir çocuk, bir genç, bir yaşlı. Bunların hemen hepsi insan. Hayvanlara göstermelik gösterilen sevginin binde biri insanlar arasında yok gibi.

Bu kara ruhluluğun içinde neler yok ki. Kimi kendi ırkının yüceliğini öne çıkarırken bir ırk tanrı insanını inşa etmeye çabalıyor. Kimi kendi ideolojisinin mitini oluştururken orada kendi öncüsünü bir peygamber gibi görüyor. Tanrıları insan olan, çünkü onlardır insanları şiddete, öfkeye, nefrete ve kendilerine tapınmaya götüren.

İnsanı hak ve adalet ille Allah yolundan çıkararak kendilerine onların yerine koyma gibi bir sapkınlığa düşüyorlar.

İnsanları sıradan, adi ve basit şeylerle oyalıyorlar. Kendi konumlarını koruma adına. Ürettikleri sloganlarla nefislerini köpürtecek olana razı oluyorlar. Bir tanrı insan oluşturulurken onun hemen yanına kendilerini iliştiriliyor.

İyilik ve güzellikte birbirine benzeyenler yerine, şerde ve kötülükte yarışmayı ortamı kana bulamayı bir hüner ve bilgelik olarak görüyorlar. Durdukları yerde hiç de tınmıyorlar. İnsan binası çöküyor, insanlar yıkılıyor, ocakları alevler sarıyor, hayatları boyunca bu acılar içinde kıvranılıyor. Bunların hiç biri umurlarında bile olmuyor.

İdeolojiler hem birbirilerinin kuyusunu kazarak hem de birbirlerini basamak olarak da kullanıyorlar. Siyasal yapılar da yapay ideolojilerin birer ürünü veya alanı. İnsanlar birbirlerine yemek için oradadırlar. Dahası birbirilerinin kanını akıtarak ayakta duruyorlar.