Yaşanan büyük yıkımın ardından, yaşananların uyandırdıkları genel anlamıyla utanç verici. Belki de mevcut siyasal tartışmaların olduğu şu zamanda insanların kendi kendilerini sınamaması, dünyevî hesapların ağır basması sonucu psikolojik dengelerin nasıl da tersyüz olduğu gerçeği ile baş başayız.
Müslümanların parayla ve dünyevî saltanatıyla yaşadığı deprem ve hiçbir şeyi görememe daha da korkunç boyutta. Hayatı salt bir savaş alanı görmeleri, bunun üzerine hayatiyetlerini devam için verdikleri çabanın binde birini manevî ve hakikat olana yönelmesi beklenir ve düşünülürken tam tersi yaşanmakta. Sömürücü dünyanın çarkına kapılanların hemen bütün dertlerinin dünyevîlik olduğu gerçeği göz göre göre kendini gösteriyor.
Türkiye Müslümanlarının ekser çoğunluğunun, yani yüzde doksanından fazlasının faizi iyice kanıksadığı ve hatta benimsediği bir zamanının içindeyiz. Kapitalizmin, aşırılıkların hayata iyice boca olduğu ve bunun da içselleştirildiği gerçeği yadsınamaz. Bir Müslüman’ın bir ruh ortamında manevî düşünüşü harmanlaması ve bundan da bir sonuç beklemesi düşünülemez. Çünkü bu hayatlar özellikle dünyevî olana ayarlı. Kendilerini Müslüman sayarken dışındaki hemen her şeyi karşı görmesi, adeta karşı dinden biri olarak tanımlaması çok daha tuhaf bir durum. Oysa insanların iman ve bağlılık ölçülerinin belli esasları var. Bu insanların ibadet ve uygulamalarında eksikleri olabileceği gibi ve hatta olmayabilir de. İnkâra ve şirke koşmadıkça dinden çıkmış sayılmaz. İnsanları dinden çıkarmak için yapılan hamleler kişiyi bir uçuruma sürükleyebileceği gibi yakınlaşmasına da engel olur.
Harama bulanmış, bunu özümsemiş olanların diğerlerinden farkı yok. Eğer zulüm olarak bir çarkın içinde bulunuyorsa bu daha tehlikelidir. Çünkü zulüm doğrudan insan hakkını gasptır. Tanrı’nın insana verdiğine karşılık şükretmemesi veya ihmali, inkârı şirk aşamasında değilse o hesabını Tanrı’ya verir ve onun da karşılığını bağışlanması da kendisine kalır.
Ramazan ayı geldi, ağızlar oruçlu. Bu, bir anlamda insanlığın arınma ve uygulamalı hesaplaşma zamanıdır. İnsanı şu zamanda nefsine hâkim olmaya çalıştığı kadar diline ve eylemlerine de hâkim olsa nasıl da yaşanan güzel bir zaman olur, asıl onarım budur.
Sosyal medyanın ve kalemlerin bir ölçüsü yok. Bunun manevî bir yaptırımı da bulunmuyor. Gücü ellerinde tutanlar istedikleri yaptırımlarda bulunabiliyor.
Bir Müslüman’ın yalancı, sahte, dalavereci bir kampanya başlatması, bunların desteklenmesi ve kışkırtılmasının denli ağır bir kul hakkı olduğu ne yazık ki hesaba katılmıyor. Yeter ki kazançlarına, konumlarına, makamlarına halel gelmesin. Bir insan hayatı boyunca alkolün zerresini içmediği hâlde, fotomontaj yoluyla alkol içen birinin bedenine kafası yerleştirilerek elinde rakı kadehi kaldırmış gibi gösteriliyorsa bu büyük yalanlardan, iftiralardan biri olur.
Bir yanıyla deprem ve onun açtığı büyük yıkım, sonrasındaki mazlumların durumu, çaresizlikleri dururken seçimin bile ertelenmemesi ve bunun bir siyasal propaganda aracı yapılması kadar korkunç bir şey olmasa gerek. Bu büyük matem evinde yıllarca onarılamayacak büyük bir sarsıntı yaşanıyor. Bu sarsıntının manevî artçıları devam edecek. Matem evinin adabına uymayan bu davranışların üzerine yapılanlar, umursamamalar insanları tiksindirse yeridir.
İnsanlar manevî aşk ruhlarını yitirince saldırganlaşırlar. Müslüman’ım diyen insanların materyalist ve kapitalist sistemin verileri ve yaşanan hayatıyla birlikte adaletsizlikleri, haksızlıklarını ayet ve hadislerle de pekiştirmeye bakıyorlar.
Başkalarının yalan yanlış, yerli yersiz dedikodularıyla oyalanıyor ve bunu da gerçekmiş gibi yansıtıyorlarsa vay bu Müslümanların hâline.
Hesaplaşmamamız önce kendimize olmalı. Kendi yanlışlarımızı ve hatta saplantılarımızı terk etmez isek başkalarının yanlışı üzerine bir hayat kurulamaz ve kurtarılamaz. Harama haram demeyi bilmeyenler kendi haramlarını meşru kabul ederler ve onu da hayata geçirirler.