Salı günü Asgari Ücret Tespit Komisyonu, üçüncü toplantısını yaptı. Toplantı gününe kadar yapılan açıklamalar, toplantıda bir sonuca varılacağı havası vardı. Gerek Sosyal ve Güvenlik Bakanı gerek işçi temsilcileri, yaptıkları açıklamalarda ümitvâr bir hava estiriyorlardı. İşveren kesimi ise konuşmadan yana görünmüyor, toplantının havasını bekliyordu. Ne var ki, toplantının ardından sadece Türk-İş Genel Başkanı bir açıklama yaptı ve asgari ücretin 9 bin lira olmasını teklif ettiklerini söyledi. İşveren ve hükümet temsilcileri konuşmamayı tercih ettiler. Sonuç olarak birinci ve ikinci toplantıların sonundaki havaya göre bu defaki toplantıya gerginliğin hâkim olduğu anlaşılıyordu. Belli ki içeride tartışmalar yaşanmış ve asgari ücretin tespiti daha sonraki toplantıya bırakılmıştı.
İşimiz gereği toplum için büyük önem arz eden asgari ücret konusunda tarafların anlaşmaya varmaları bizi de yakından ilgilendiriyor, bunun yanında tespit edilecek ücretin insanca yaşamaya imkân vermesi beklentisi doğaldır. Ne var ki, olay sadece işverenleri ilgilendirmiyor, tüm tarafların ellerini taşın altına koymaları gerekiyor. Ancak çalışanların gelinen noktada hayatları dayanılmaz hale gelmiş durumda. Bu bakımdan daha önceki bir yazımda yine bu konu üzerinde düşüncelerimi ifade ederken, asgari ücrete yapılacak zammın miktarından önce yapılacak zammın kısa sürede erimesinin önlenmesi gerektiğine dikkat çekmeye çalışmıştım. Çünkü zam ne kadar yapılırsa yapılsın, çalışanlar zamlı ücretlerini almadan eski alım güçlerinin de kalmaması, devam etmesi karşısında zam yapmak ister istemez piyasada zam yarışını gündeme getiriyor. Kısacası işin temel çözümü, ücretlerin artırılmasından çok fiyat artışlarının önlenmesine bağlı. Bunun da ötesinde, fiyat artışlarının geri çekilmesini sağlamak gerekiyor. Çünkü önemli olan, çalışanların alım güçlerinin artırılması, bunun en sağlıklı yolu da fiyatlardaki artışın durdurulması, hatta düşürülmesinden geçiyor.
Peki fiyatlarda düşüş sağlanması emirle sağlanabilir mi? Bunun mümkün olmadığına bu köşede çeşitli kereler dikkat çekmeye çalıştım. Bunun da ötesinde market zincirlerinde emirle fiyatların düşürülmesine çalışıldı. Bırakın fiyatların düşmesini, artışlar devam etti. Bunun yanında Tarım Kredi Kooperatifleri’nin satış merkezlerin sayıları artırılmaya çalışıldı ama bu da fiyatların düşmesine bir katkı yapmadı. Hatta çevremde bu kooperatiflerden alışveriş yapmaya gidenler, orada fiyatların düşmesi bir yana, piyasadan daha yüksek olduğunu belirtiyorlar. Sanıyorum bu gelişmeler emirle fiyatların düşmeyeceğini birilerinin öğrenmesini sağlamıştır. Bunun için her fırsatta Saadet Partisi sözcüleri üretime katkı yapmayan yatırımların yerine üretim artışını esas alan yatırımların yapılması gerektiğine dikkat çekmeye çalıştılarsa da iktidar sahipleri, bu açıklamaları çarpıtmaya çalıştılar. Çarpıtarak dile getirilen gerçekleri toplumun dikkatinden kaçırmayı iş edindiler.
Gelinen noktada kırsal kesim hemen hemen boşaldı. Kırsal kesimin boşalması tarımsal alanda ciddi gerilemeleri gündeme getirdi. Çünkü kırsal kesimde tarımla uğraşacak insan kalmadı. Bu gerçek görünmesine rağmen nedense kırsal kesimi cazip hale getirecek adımlar bir türlü atılmadı. Bir başka ifadeyle, köylerin şehirlerle bağlantısını geliştirerek insanlar şehre yerleşmiş bile olsalar memleketleri ile ilişkilerinin kesilmesini engelleyecek projeler bir türlü gündeme getirilmedi. Kısacası, ihtiyaç duyulan ürünleri ithal etmek bir marifet gibi takdim edildi. Sonuçta yabancı çiftçileri desteklerken kendi tarım alanlarımızı ekilmeden boş bırakır olduk. Belki şu anda bazı okuyucularımın aklına asgari ücretin tespiti ile kırsal kesimin boşalmasının ne alakası olduğu sorusu akıllarına gelebilir. Hemen belirteyim ki, tarımsal ürünlerimizin üretiminin azalması ithalatı ön plana çıkardı ve sonuç olarak buğdayı bile dışarıdan alır hale geldik. Böyle olunca da dövizde her hareket, enflasyon olarak topluma yansıdı.