Kaotik karmaşada iyiye ve güzele ulaşma

Abone Ol

Neredeyse iki yüz yıla yakın bir zamandır, toplumsal dönüşümlerin belli bir aşamasında bulunuyoruz. Zihinsel bölünmeler, parçalanmalar, karşılıklı güven duygusu belli başlı sorunlar. Sorunların giderek çatallanması ve artması bir bakıma çözümsüzlüğe doğru bir gidiş söz konusu. Sorunlara çözüm üretme, yol bulma yerine olayların veya gidişatın akışına kapılmak gibi bir sorumsuzluk var.

Bu coğrafyada yaşayan hemen herkes birbirinden sorumlu. Sorumsuzluk hem kaosa neden olur, hem de kendi geleceğini de tehlikeye atma gibi bir durum söz konusu olur. Bu açıdan bakılınca zor bir zamanda yaşadığımız, sorunlarımızı artırdığımız, çözümsüz olduğumuz gerçeğini kabullenmemiz anlamına geldiğini ifade edebiliriz. Birçok sorun ve bunlara çözüm üretme yol ve yön bulma gibi açmazların oluşumuna katkı sağlandığı da bir gerçek. Müslümanların kendilerine özgü sorunları var. Günün sorunları yaşama, hayat koşullarına adapte olma ve o hayatı olduğu gibi kabullenme, yaşama gibi bir açmazları bulunuyor.

Yönetim biçimleri bunların başında geliyor. Demokrasi, halkın kendi kendisini yönetmesi olarak kabul edilir? Gerçekte böyle midir? Kendi adına seçtikleri üzerinde bir denetimleri veya hakları var mıdır? Geleceklerini emanet ettikleri kimseler onları ne kadar temsil ediyorlar? Ya da iktidar olanlar ne denli ülke bütünlüğü açısından adil ve sağlıklı bir yönetim gösterebiliyorlar? Temel ilkelerine uygunluk bakımından nasıl bir durum gösteriyorlar? Bu gibi soruları çoğaltmak olası. Bu sorular bile sorunların çözümsüzlüğü anlamına geliyor.

Müslüman bir toplumda siyasal tutumların, inanışlarıyla ne denli örtüştüğü bile başlıca sorun. İslâmî duyarlık sahipleri temsil bakımından ne kadar özgündürler? Demokrasinin karmaşasında, uyumunda ve bakışında kendilerini nereye oturtuyorlar? Bir ülke insanın tamamının adil ve hakkaniyetli yönetildiği söylenebilinir mi? Bu kimseler ne kadar İslâmî düşünüşlü bir temsile sahiptirler?

Ne yazık ki kişilerin yaşayışları eğer İslâmî bir öz taşımıyorsa, israf, gösteriş, kibir ve aşırılıklarla yüklü bir görünüm ve yaşayış içinde iseler onlar ne kadarıyla temsil edebiliyorlar? Şu soruyu sürekli soruyoruz, sormaya da devam edeceğiz? Müslüman olup İslâmî düşünüşlü kimseler ne denli temsil edebiliyorlar? Ediyorlar mı? Ya da bunlara bakıp Müslüman’ca bir yaşayış içinde olmayanlar görünürde olanlara bakıp İslâm’a yönelebilirler mi? Bu ve benzeri soruları sürekli sormak durumundayız. İnsan örnek bir varlık. İnsanlar daha çok yayış, davranış ve hakkaniyetli tutumlarıyla insanları etkileyebilirler. Örnek insan olma örnek yaşam ve tutumlarıyla olabilir. Özellikle toplumun önünde yer alanlar daha çok duyarlı olmak zorundadırlar. Fakat bu, her insan için geçerlidir. Günün hastalıkları ve çürümüşlükleri oldukça yoğun. Hakikate ulaşmada başta kendimiz ve olaylar, gelişmeler engel. Sorunları önce kendi içimizde gidermemiz gerekiyor.

Tuzaklar, kötülükler, lüks, tüketim, modern yaşama tutkuları başını almış gidiyor. Bütün yönleriyle emperyal tüketimin tuzağındayız. Lüksümüzle hava atamayı, gösterişli olmayı seviyoruz atmasak bile öyle yaşıyoruz. Osmanlı Devleti’nin kültürünün, barok mimarisinin, boğazlarda yapılan villaların, köşklerin, elitlerin sofra kültürünün değişmesiyle yıkım süreci başlamıştır. Borçlanmalar ve onlar gibi yaşama tutkusu başını alıp gitmiştir. Benzerini bugün de görüyoruz. Bu, hemen bütün kesimler için geçerli. Müslüman’ın yaşam biçimiyle özdeş olmayan bir tercih. Tüketim ve israfta ve ihtişamda yarış var. Bu, en üst katmanlardan en alt katmanlara kadar böyle.

Müslüman’ın özünde var olan güven özlü bakış tamamen yok gibi. Bireysel oluşlar yeterli değil. Bunlar ancak kendileriyle sınırlı olabilir. Toplumda yer alan her kim var ise sorumlu. Buna elbette ki kendimizi de dâhil ediyoruz. Sevgi ve merhamet diliyle mütevazı olunmalı.