Kader ve Kaza kavramlarının anlaşılması Allah-u Teâlâ’nın sıfatlarının iyi bilinmesiyle mümkündür. Kader, Allah-u Teâlâ’nın ilminin bir neticesidir. Kaza ise, irade, kudret ve tekvin sıfatlarının tecellisidir.
Kader: Allah-u Teâlâ’nın kâinatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün özellikleriyle, bütün halleriyle ezelde bilmesi ve bu ilmiyle daha yaratmadan önce bütün özellik ve halleriyle levh-i mahfuz denilen kader levhasına yazmasıdır.
Kaza ise: Allah-u Teâlâ’nın levh-i mahfuzda yazdığı yazıyı zaman ve şartları uygun olduğu hengâmda irade etmesi, güç yetirerek yaratmasıdır.
Netice itibarıyla yazı kader, irade ederek yaratmak ise kazadır. Kader ve Kaza, Allah-u Teâlâ’nın ilim, irade, kudret ve tekvin gibi sıfatlarını hakkıyla bilmeden tam olarak anlaşılamaz.
İnsanın kaderinde kendi iradesiyle yani özgür iradesiyle yapabileceği şeyler olduğu gibi iradesinin ve kuvvetinin dışında kalan olaylar da vardır.
İnsanın “Nasıl bir coğrafyada doğacağı, ne zaman doğacağı, anne ve babasının kim olacağı, fiziki özellikleri” gibi iradesinin dışında gerçekleşen kaderi ve iradesinin dışında meydana gelen fiilleri vardır.
İnsanın iradesi dışında meydana gelen bu fiillere “ıztırârî fiiller” denilir. Bu fiiller mecburî fiillerdir. “Göz kapaklarımızın açılıp kapanması, görmek için gerekli özellikler, nefes almak ve vermek, kan dolaşımımız, duymamız ve duyma frekanslarımızın sınırları, kalbimizin atması, zekâ seviyemiz, tırnaklarımızın uzaması, vücudumuzun kendisini yenilemesi, savunma mekanizmamız, tat ve koku almamız” gibi fiillerimiz mecburî fiillerdir. Bu fiillerin bir kısmında bazen bir süreliğine zorlamayla da olsa kısmî değişiklikler yapabiliriz ancak bu sürekli değildir. Mesela, göz kapaklarımızı bir süre kapatmamak için irade gösterebiliriz ancak bunu sürekli yapamayız. Yorgunluk ve uykusuzluğa yenik düşeriz.
İnsanın kendi iradesini kullanabildiği fiillere ise “ihtiyârî fiiller” denilir. Bu fiiller irademizle yapabildiğimiz, seçme hakkımızın olduğu ve isteğe bağlı yapabildiğimiz fiillerdir. Mesela, “yemek, içmek, konuşmak, yürümek, bakmak” gibi. İnsan helal de yiyebilir, haram da. Hakkı da konuşabilir, yalanı da.
İnsanın ihtiyarî fiillerinin oluşması dört aşamalıdır:
Birinci aşama, herhangi bir işin beyinde düşünce olarak ortaya çıkması. İkinci aşama, beyinde oluşan düşünceden, tasavvurdan lezzet yahut nefret duymak. Üçüncü aşama, bu iki duygudan birini seçerek cüz’i iradeyi kullanıp tercih etmek. Dördüncü aşama ise, hareketin meydana gelmesi yani işin olması için harekete geçmek.
Birinci ve ikinci aşamayı yani tasavvurun/düşüncenin ortaya çıkması ile şevk yahud nefretin ortaya çıkması yaratılmaya muhtaçtır. Burada kulun kendi iradesi yoktur. Ancak üçüncü aşamada yani kendi ihtiyarıyla seçiminde özgürdür ve tercihini yapar. Dördüncü aşama yani hareket kısmını da yine Allah-u Teâlâ yaratır.
Mesela, bir kişinin aklına sadaka verme düşüncesi oluşsa, kendisinde şevk veya nefret yani umursamazlık, isteksizlik oluşur. Buradaki şevk irade değil, nefrette iradeyi kullanmamak değildir. Gerek düşünce, gerekse şevk ve nefret küllî iradenin bir tecellisidir. Bundan sonra kişide şevk ağır basıp sadaka vermeyi tercih etse yani iradeyi kullansa, cüz’i iradesini hayırda kullanmış olur. Sadaka vermek için gerekli hareket ve enerji de yine Allah-u Teâlâ tarafından yaratılır. Bunun aksi de mümkündür.
Unutulmamalıdır ki, gerek ihtiyarî yani irademizle yaptığımız, gerekse izdırârî irademiz dışında mecburen yaptığımız fiilleri ve gerçekleşmesi için gerekli hareket ve enerjiyi yaratan Allah-u Teâlâ’dır.
İnsanoğlu herhangi bir fiili ihtiyar etse yani tercih etse, bunun için gerekli hareket ve enerjiyi Allah-u Teâlâ yaratır. Bu imtihanın gereğidir. Bunun aksi özgür iradeye müdahale olur. Yalan söyleyecek insanın diline, hırsızlık yapacak kişinin eline hareket ve enerji verdiği gibi sadaka verecek kişinin eline, hakkı söyleyecek kişinin diline de hareket ve enerjiyi verir. Allah-u Teâlâ, her kötülüğün cezasını hemen vermiş olsa, yeryüzünde yürüyen canlı kalmayacağını, “Eğer Allah, insanları, yaptıkları günah yüzünden hemen yakalayıp hesaba çekseydi, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah, onları muayyen bir vakte kadar geciktirir. Nihayet ecelleri gelince muhakkak Allah kullarını amellerine göre cezalandırır” (Fâtır, 45) ayetinde bildirilmektedir.
Allah-u Teâlâ, kullarına “yalan söylemeyin” diye emrederken irade sıfatı, kulun fiiline taallûk eder. İnsan yalan söylerken dili tutulmaz, fiilin icrasında zorunluluk olmaz. “Hırsızlık yapmayın, faiz yemeyin” emrinde de yapılış sırasında eli ve iradesi tutulmaz. Bu, diğer fiillerde de böyledir. Bunun için “Hayır ve şerri yaratan Allah’tır” deriz. Bu “teşrii irade”dir.
İnsanoğlu bir şer işleyeceği zaman Allah-u Teâlâ o fiili yaratır. Ancak şerri istemez. Şerri istemediğinin en büyük delili, şerre ve faillerine karşı peygamberler ve kitaplar göndererek insanları iyiliğe ve hayra çağırmış olmasıdır.
Bilinmelidir ki, Allah-u Teâlâ kötülükleri insan eliyle, insan iradesiyle düzeltmek ister. Kötülüklerin insan eliyle düzeltilmesi tam da imtihanın gereğidir.