Yönetimler toplumların geleceğini bakış ve tutumları belirliyor.
Batı’ya gönül ile bağlandığından beri Türkiye bir karmaşa içinde. Yönünü belirlemede zorlanıyor. Hem Batılı hem de Doğulu. İkisi bir arada olmuyor. Batı, Müslüman olan bir milleti kolay kolay kabullenemiyor. Yaşanan süreçte ortada veya ara yerde kalınmış durumda. Büyük bir değişimin ardından öz değerlerinden vazgeçemediği gibi, Batı’nın değerlerini bütünüyle benimsemiş de değil. Batı için ya hep ya hiç kuralı geçerli. Bunu Türkiye’nin AB’ye girme sürecinde görüyoruz. Tam anlamıyla çatışmalı ve gerilimli bir süreç.
Yakın zamanda tartışma konusu olan birçok konu tam anlamıyla bu bir sonucu. AB, kendileri açısından sorun olmayan ama Müslümanlar için büyük sorunlara neden olan dayatmalar oldu. Bunlar büyük travmalar getirdi.
Batı için hiçbir anlam ifade etmeyen ama Müslümanlar için önemli olan kimi durumlardan ötürü büyük bir karmaşa yaşanıyor. İnsan doğasına aykırı bir durum söz konusu. Biyolojik durumlar Tanrı bağışı. Bunu hiç kimse değiştiremez. Cinslere yüklenen kimi sorumluluklar veya karmaşık durumlar tam anlamıyla bir kaos oluşturuyor. Aile bireylerinin ilişkileri zaten Müslümanlarca doğal bir biçimde belirlenmiştir. Geleneksel oluşlar İslâm’ın özünü temsilden uzak. Peygamberin hayatı, ilişkileri sünnettir. İnsanlık için örnektir. Bu açıdan bakıldığında insanın kazandığı değer insanlık için önemli. Üstelik gerek eşlerine ve gerekse çocuklarına hassaten Hz. Fatıma validemize olan yaklaşımı insanlık için tam anlamıyla bir örnek.
Batı, insana, hele kadına tarih boyunca değer vermemiştir. İnsanlığın sorunu hâlâ var. Kendilerinden olmayanlar köledir onlar için. Acımasızlıkları sadece savaşlarla sınırlı değildir.
Cinsiyet eşitliğinden çok kadının bir sömürü aracı kullanılmasına karşı her hangi bir tepkileri olmuyor.
İslâm inancında insana asla şiddet uygulanamaz. Ne eşlere ne de çocuklara. Çünkü onlar birbirlerine karşı sorumludurlar. Yapıları gereği ne gerekiyorsa uyum sağlarlar.
Tüketimin kurbanı yapılan kadınların hakları nedense hiç korunmuyor. Kaldı ki cinsiyet eşitliği ve kadınların savunulması yerine insanlığın sefaleti kimsenin umuru değildir. Açlıkla boğuşan milyarları aşan bir insanlık var. İnsanları tüketime mahkûm edenler onları nesnelere boğarlarken iliklerine kadar sömürüyorlar.
Bu karmaşada işlenen cinayetler, kadına olan şiddet aslında nedenleri aşırı dengesizliklerden kaynaklanıyor. Dengeler iyice ters yüz olmuş durumda. Erkeler de böylesi aşırı baskılar karşısında zor durumda kalıyor. Erkekler bazen öylesine zavallı bir duruma düşüyorlar ki.
İnsanlık için şiddetin her türlüsü zulüm.
Ekonomik dengesizlikler şiddetin asıl kaynağı. Uçurumlar insanları karşı karşıya getiriyor. Ailenin korunması ekonomik dengeler ile olur. İşsizliğin bu denli arttığı bir zamanda insanlar aç kalmamak ya da kimi nesneleri elde etmek adına yanlışlara sürükleniyor. Aile içinde güç yetiremeyenler birbirlerine karşı geriliyorlar. Lüks sofralar ve tüketenler karşısında adeta zavallı durumdadırlar. Kadınları reklâmın ve nesnelerin kölesi yapanlara sesler çıkmıyor.
AB; cinsel eşitlik, sapkınlar, alkol serbestîsi gibi insanları uçurumlara sürükleyen durumları içselleştirmiş bulunuyor. Bunun yanında insanlığı birbirine düşüren tuzaklar uyguluyor. İnsanlık da buna düşüyor.
Toplumun değişen ve bozulan dengeleri yanlışlar üzerine inşa edilemez.
Tüketimin aşırılığı, nesnelerin hayata egemenliği insanı çileden ve zıvanadan çıkardı. Sınır tanımazlık gücü aşan durumlara sürüklüyor.
Cinsiyet eşitliğini savunanlar ırk eşitliğini nedense savunmuyorlar. Çünkü kendileri üstün ırka mensuplar. Irk gerilimi ile kan akıtmaktan geri kalmıyorlar.
Cinsiyet eşitliği kavgasını vereceklerine insanlık eşitliğini konumlarına göre savunsalar birçok sorun giderilmiş olacak. Sorun insanlık sorunu. Asıl sorun insanlık.