Bazı illerimizde ağıtçılar vardır.
Ölünün ardından para karşılığında ağlarlar.
Ölüye ağlayamayanlar, ağıtçının yanık sesi ve ağıt nağmesini duyunca ağlamaya başlarlar.
Böylece “ağlamadı” diye ayıplanmaktan kurtulurlar.
Edebiyatımızda manzum ağıtlar, “mersiye” adı altında önemli bir yer tutarlar.
Ancak yürekten yanarak “mersiye” yazanlar olduğu gibi sipariş usulüyle mersiye yazan, ömründe hiç görmediği merhumu cennete sokmak için uğraşan şairlerin olduğunu Tahir-ül Mevlevi “Edebiyat Lügati” isimli eserinin “mersiye” maddesinde anlatır.
Tarihi ağıtçılarımız da ağlamayanları ağlatmak için geçmişin destanını ağıt havasında veriyorlar.
Ağıtname’de “Tuna’da abdest alıp Viyana’da namaz kılan ecdadımız” yol boyunca camiler, medreseler, kervansaraylar, şifahaneler, hanlar, hamamlar yaparak giderken,
Yedi iklim-i cihanın sultanını Yahudiler, masonlar tahttan indirivermişler.
Bizimkilerin hiç ihmali, hatası yokmuş.
Hidrofil pamuğu kadar temizmiş… miş… miş...
Bu masonlar gelmişler şeyhülislamı mason yapmışlar, paşaları mason yapmışlar, padişahı mason yapmışlar, sonra da Viyana’dan Edirne’ye kadar kovalamışlar.
Kırılası elleriyle camilerimizi, medreselerimizi yıkmışlar. Bizim hiçbir kabahatimiz ve ihmalimiz olmamış.
Bu tür yazıları okuyunca orduları Yemen’den Viyana’ya kadar varan Sultan-ül Ümem, Hakan-ül Arabi ve-l-Acemi yenen masonlarla, benim mücadele edecek ne ordum, ne silahım ne de param var demem gerekir.
Ancak Uhud harbinde galip iken Peygamber Efendimiz’in emrine muhalif olarak okçuların yerlerinden ayrılmalarıyla düşmanın oradan saldırması neticesinde Müslümanlar mağlup duruma düşerler.
Bunun üzerin mağlup Müslümanlar, mağlubiyetin müsebbibi olarak bir suçlu aramaya kalkarlar.
Bir kısmı arkadan vuran düşman kuvvetlerine bulur kabahati, Rabbimiz ise Efendimize hitaben onlara söyle:
“Onlara (Bedir'de) iki kat uğrattığımız musibetten biri, kendinize uğrayınca mı "Bu nereden?" (dediniz). De ki: "O kendinizdendir" şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” (Al-i İmran Sûresi, ayet 3/165)
Buna sebep sizin okçuların yerinde durmamasıdır. Yoksa düşman güçlerinin arkadan vurması değil.
1970, 80, doksanların mücahitleri!
Yılgınlığa gerek yok
O günlerde yaptıklarınızdan İslam’a uygun olmaları bizim günlük yapmamız gerekenlerdi.
Günler hâlâ 24 saattir.
Değişen bir şey yok.
Müslüman olarak sen, ben, o, günlük görevini yapmaya devam edecek.
Kimse yapmasa, aldırmadan kendisi yapacak ve örnek olacak.
Hiçbir kimsenin “Ateşe niçin yakıyorsun, zehire niçin öldürüyorsun?” diye kızmaya hakkı yoktur.
O Yahudiler ki kendilerini esaretten kurtaran Musa’a (A.S.) hainlik yapıp altından buzağı yapıp tapındılar. (A’raf 147) Kendilerine gönderilen peygamberleri öldürdüler. (Bakara 61)
Ama hep peygamberlerin talimatı ve ona inanan mü’minler galip gelmişlerdir.
Yahudiler, dünyanın en eski milletlerinden olmalarına rağmen dünyada en az nüfusa sahip insanlardır.
Mağlubiyet, zillet ve korku içinde yaşamışlardır, yaşamaya da devam edecekler.
Bugün Amerika’nın geliştirdiği teknolojinin getirdiği her türlü konfora sahip.
Ama İsrail’de yediden yetmişe kadın-erkek herkes alarm halinde.
Hayalindeki Selahaddin-i Eyyubi’nin yiğit evlatlarının korkusuyla herkes 365 gece nöbet bekliyor.
Zulmettiği insanların ahları, gündüz hayallerinde, gece düşlerinde aleve dönüşüyor ve devlet başkanından erine kadar eli tetikte bekliyor.
Senelerdir korkuyu, yılan derisinden, akrep iğnesiyle dikilmiş bir yorgan gibi üstüne çeken Yahudiler, Londra, New York, Paris, İstanbul gibi şehirlerdeki Yahudilerle kavga etmeye başladılar.
“Bu ağlama duvarının önünde bizim anamız ağladığı gibi rahimlerdeki çocuklara da korku sirayet etti. Gelin biraz da sizin çocuklarınız ağlasın” diyor.
Onun için Amerika, Avrupa, Rusya, Ukrayna ve dünyadaki bütün Yahudilerin İsrail’e göç etmesi için bazen oralarda harpler çıkarırken bazılarında ülkelerin Yahudilere baskısını artırmaya çalışıyorlar.
Bu çalışmalarında hem kendileri hem göç yapmasını istedikleri Yahudileri huzursuz ediyorlar ve böylece huzursuzluğu rahatlama haline getiriyorlar.