Felakete rağmen ayrıştırıcılıkta ısrar niye?

Abone Ol

Kamplaşma zihnimize iyice işlenmiş ki, bir takım farklılıkları kavga sebebi yapmaktan, muhatabımızı düşman ilan etmekten bir türlü kurtulamıyoruz. Halbuki şu günler kucaklaşma, dayanışma, paylaşma günleri. Eğer bu felaket günlerinde bile bir takım farklılıkları ayrışma sebebi olarak görmemizi engelleyemeyeceksek ne zaman engelleyeceğiz? Deprem felaketi ülkemizin tek gündem maddesi haline geldi. Gelmesi de gayet doğal. Ancak, bu sıkıntılı acılı günlere rağmen hala bu ülkede ayrıştırıcılıktan fayda umanlar varsa, sanıyorum oturup önce bunun ülkemize verdiği zararlar üzerinde kafa yormamız, bunu nasıl engelleyeceğimizi, nasıl gündemimizden söküp atabileceğimizi düşünmek durumundayız. Hemen belirteyim ki, ülkemizin bir takım düşmanları vardır ve toplumu iyice ayrıştırmak, bunun da ötesinde sürekli olarak ülkemizde bir iç çekişmeyi gündemde tutmayı çıkarlarına uygun görenler bulunabilir. Hatta bu tipler her dönemde olmuşlardır. Ancak kucaklaşmayı sağladığımız günlerde seslerini çıkaramamışlar ama şu büyük felaketi bile kullanmaya çalışanların ümitlerini boşa çıkarmak için toplum olarak elbirliği halinde olmamız gerekiyor.

Özellikle de ülke yönetiminde söz sahibi olanların bu tür oyunları yakından takip etmeleri, düşmanlarımızın değirmenine bilmeden de olsa su taşımaktan kurtulmaları gerekiyor. Ülkemizin yaşamakta olduğu acıları biraz olsun hafifletmek için hep birlikte hareket etmemiz gerekirken yapılan bazı açıklamaları, benim partim senin partini döver yaklaşımından kurtarmamız gerekiyor. Çünkü ülke yönetimine talip olmak kendilerinden olmayanları susturmak, dövebilmek için çaba sarf etmek değildir.

Bu noktada deprem felaketi yaşanmadan önce de ülkemizin çok ciddi ekonomik sorunları vardı. Bu sorunların üstesinden gelmek için çabalanıyordu. Ne var ki deprem felaketi o sıkıntıları ikinci plana attı ve tek gündem maddesi deprem haline geldi. Yani var olan sorunların üstesinden gelmek daha da zorlaştı. Özellikle depremin açtığı yaralara çözüm bulmak öncelikli hale geldi.  Diyebiliriz ki, deprem günlerimizden önce Ocak ayında bütçe 32,2 milyar TL açık verdi. Dövizdeki yükselişi durdurmak için uygulamaya konulan Kur korumalı mevduatın 1 yıllık faturası 94 milyar liraya ulaştı. Bunun yanında 2023 yılı asgari ücreti 8 bin 506 lira olmasına rağmen yapılan araştırmaya göre Ocak ayı yoksulluk sınırı 30 bin 379 TL, Ocak ayı açlık sınırı 8 bin 782 lira olarak açıklandı. Kısacası devletin ilan ettiği asgari ücret bir ayda açlık sınırının altında kaldı. Bu da ekonominin içinde bulunduğu sıkıntıyı, insanımızın alım gücünün sürekli olarak azaldığını gösteriyor. Kısacası ücretlerde yapılan artıştan çok insanımızın fiyatlarda düşüşe ihtiyacı var. Çünkü ücretlerde ne kadar artış sağlanırsa sağlansın fiyat artışları karşısında alım gücü sürekli geriliyor. Buna bir de 10 günü aşkın bir süredir yaşadığımız deprem felaketinin etkileri eklendiğinde öncelikli olarak düşünmemiz gereken millet olarak lafta değil, gerçek manada tek vücut olmamız şart görünüyor. Özelikle bir takım ruh hastalarının bir kayanın arkasına gizlenerek toplumu tereddüde sevk edecek sosyal medya haberleri ile kamplaşmayı körüklemeye çalışıyorlar. Sanki özel bir çete bu işlerle uğraşıyor. Irkçılık körüklenmeye, geçmişte yaşanmış bir takım istenmeyen olaylar yeniden ısıtılıp piyasaya sürülüyor. Düşmanlıklar yeniden tazelenmeye çalışılıyor. Elbette bunlarla mücadele görevi devlete düşer. Ancak, mücadele edilirken yeni bir takım ihtilafların körüklenmemesine dikkat etmek gerekiyor.