AK Parti siyasetinin sonu…

Abone Ol

Türkiye’de bir dönemin sonuna doğru yaklaşıyoruz. İyisiyle, kötüsüyle, doğrularıyla, yanlışlarıyla 20 yılı aşan zamandan beri iş başında olan bir iktidarın artık son günlerini yaşıyoruz. Cumhuriyet tarihinin beşte birinde iş başında olup da hâlâ yapısal sorunlarımızı çözemeyen, uzun zamandan beri algıları yönetmekten olgulara ayıracak vakti kalmayan bir iktidarın gidişine tanıklık ediyoruz.

Sayıştay gibi bu milletin bütçesinin nerelere, nasıl harcandığını soruşturmakla sorumlu olan bir kuruma “açık aramayın” diyecek kadar şeffaflığı hiçe sayan bir iktidarın gidişinden sonra neler ortaya saçılacak, kendilerinden başka kimsenin bilme ihtimali şimdilik yok. Belki de en büyük endişe bu. Yolsuzluk iddialarının bu kadar ayyuka çıktığı bir ortamda, bu iddiaların soruşturulmasının bu denli örtbas edildiği bir dönemin bu millete nasıl bir fatura bıraktığını da seçimlerin ardından görmüş olacağız. Ülkenin dış borcunun 500 milyar dolara yaklaştığı, borç ödemelerinin yapılabilmesi için dolar bazında dünyanın en yüksek faizlerinin altına imza atılarak bulunan yeni borçlarla önümüzdeki kaç yılın ipotek altına alındığı da henüz tam olarak belli değil.

Ülke olarak bütün meselelerin üstesinden elbette geliriz. Her zaman söylediğimiz gerçek şu ki, bizim ana sorunlarımızın başında sosyal problemlerimiz geliyor. Bu problemlerin ekonomi ile olan bağlantısı çok açık ancak asıl mesele “birbirimizle konuşamamamızdır”. Maalesef insanları etiketleme hastalığına tutulduk. Özellikle iktidar partisi ve bazı destekçileri dün kendilerine yapılanları bugün çok da rahat bir şekilde diğerlerine yapmaktan çekinmiyorlar. Japon asıllı Amerikalı düşünür Francis Fukuyama “Tarihin Sonu” diye bir tez ortaya atmış, Batılı liberal kapitalist sistemin insanlığın ulaştığı son nokta olduğunu ileri sürmüştü. Sonradan bu tezinden geri adım attı ama ilk yazdığı zamanlarda tez üzerinden çokça tartışmalar yapılmıştı. Bu iktidar da kendisini Türkiye’de özellikle muhafazakâr, milliyetçi veya genel anlamda sağ seçmen olarak tarif edilen kesimler için ulaşılabilecek son merhale olduğu varsayımıyla hareket ediyor. Bunun böyle olmadığını, kimlikler üzerinden yapılan siyasetin bu ülkede adı geçen toplumsal kesimlere neler kaybettirdiğini anlamak için de bu iktidarın değişmesi gerekiyor. Çünkü ortada bir yanılsama var. Elbette doğru işler de yapıldı ama toplumsal kesimler arasındaki köprüleri atarak yol almaya çalışan, diğer tarafı yıkarak kazanmayı başarı sayan bir anlayışın bu ülkeyi getirip bıraktığı yer işte bu kamplaşma ve ayrıştırma ortamıdır.

AK Parti bir tecrübeydi, yaşandı. Şimdi artık bu dönemden dersler çıkartarak bu ülkede kimsenin kendisini öteki hissetmediği, iktidarların rövanşist anlayışla değişmediği, şeffaflığın, ehliyetin, liyakatin, denge-denetlemenin esas olduğu bir anlayışı hâkim kılmak zorundayız.